Hayatınıza dokunabilir miyim…
' geçmiş zaman hikayelerinde
birinci tekil kişiysen eğer
çoğullayamamışsan
güvercin kardeşliğini
boşuna bekleme benden...'
(Anılar/ Ayşe TURAL)
YAŞAMIN HER AN BİZE NE GİBİ SÜRPRİZLER HAZIRLADIĞINI DÜŞÜNÜYORUM...
Her yeni gün, her an yaşamın içinden bir şeyler bulup çıkarıyor ve önümüze koyuyor... Bu beni çok şaşırtıyor...
Bu yeni bir tanışma, dostluk başlangıcı olabilir...
Yeni bir aşka yelken açmak olabilir...
Ya da geçmişin bohçası ile ansızın karşınıza çıkıveren eski bir dost olabilir...
İyi şeyler olsun da... Varsın bizi şaşırtsın...
YÜZÜMDEKİ ÇOCUK GÜLÜMSEMELERİ...
Geleceği düşlemeye bayılırım… Geleceği keşfetme adına çocuklarla daha çok zaman geçiririm. Onların düşünce tarzlarını öğrenmek isterim. Gelecek hayallerinde neler var, merak ederim…
Onlarla her şeyi paylaşmaya bayılırım. Yüzümdeki içten, çocuk gülümsemeleri onlardan armağandır bana…
Ben, size ve yaşamınıza saygı duyan, sizi anlayan dostlarınız hep etrafınızda olmalı, derim. Biz, onlarla çoğalıyoruz çünkü…
GÜNÜNÜZ, GÜN IŞIKLARI KADAR AYDINLIK,
SU KADAR BERRAK,
KUŞ CIVILTILARI KADAR MUTLU GEÇSİN...
HARİKA YOLCULUĞUMUZ...
Hayatının, yalnız sana ait olduğuna karar verdiğin gün, senin tam da dönüm noktandır. Özürler ya da bahaneler olmadan, dayanacak, güvenecek veya suçlayacak başka kimse aramadan hem de...
Bu armağan senindir...Bu harika bir yolculuk ve onun kalitesinden sorumlu olan da sadece sensin... İşte hayatın, gerçekte o gün başlar...
Benim harika yolculuğum başlayalı uzun zaman oldu... Tıpkı bir keşiş gibi, yaşamın patikalarını severek, merakla geziyorum... HUZUR ve YAŞAMA SEVİNCİ bana eşlik ediyor... Evet yaşamımın tek sorumlusu benim... Kararlarımı istediğim gibi veriyor, sonuçlarına da boyun eğiyorum, hatta önlerinde saygıyla eğiliyorum...
ANLAT BANA
yalnızlık nasıl paylaşılır
gece uzatırken ellerini sabaha...
bir dilim ekmek gibi
bölüşülür mü tam ortasından...
satır aralarında neden saklanamaz
cam kırığı hüzünler...
yağmursuz bulutlar ne işe yarar ki
gözyaşına susamışsa yürekler...
anlat bana ne olur
bölünmüş saatlerin ortasında işin ne...
Ayşe TURAL
YAŞAM, ONA GÜLÜMSEDİKÇE SİZİ MUTLU EDECEK BAHANELER BULUYOR...
BENİM ADAM...
Benim ADAm öyle büyülüdür ki kendini hemencecik sevdirir...
Nasıl mı?... Kocaman portakal renkli güneşi, hayatı çok da ciddiye almayan insanları, yaseminleri, gece tütenleri, günnasirleri, bir de rengarenk cemilelerle zakkumları...
Masmavi denizi, göz alabildiğine uzanan kumsalları, asırlık zeytin ağaçları ve Beşparmak Dağları ile tam bir masal ülkesi... Sizi bilmem ama benim gözümle de gönlümle de memleketim böyle bir yer... Yaşadığınız cennetin farkında olmaktır önemli olan...
ADA'M
önce
bakışlarının köprüsünde yürümek
sesine tutunmak isterim...
sonra
hayata dokunmak
seninle bir ada olmak isterim...
uzak bakışlardan öte
sıcacık/ güvenli/ sessiz bir ada(m) ...
AYŞE TURAL
BİR KADIN BİR ERKEK...
Yoğun bir gün geçirdim bugün... Genelde günlerim hep öyledir de; bir yoğun günüme karşılık bir nispeten daha hafif programlar yapmaya çalışıyorum ki enerjimi toplayabileyim...
Neyse, biliyorsunuz bugün gerçekten çok sıcaktı, özellikle Lefkoşa... Derken saat üç sıraları yemek yemediğimi hatırladım... Benzin almam da gerekiyordu. Benzincinin yanındaki lokanta gayet uygundu...
Klimalı olan iç salonu tercih ettim. Bahçe, rüzgara rağmen sıcak esen havayla bunaltıcıydı. Siparişimi verip beklemeye başladım.
Huyum kurusun, boş durmak olmaz... Etrafı kolaçan edip konu üretmeye başladım... Bir masa ötemde bir kadın elinde cep telefonu, mavi ojeli uzun tırnaklarıyla yazı yazmaya çalışıyordu... Tırnak değil, sanırsın parmaklar gece elbisesi giydirilmiş kuklalar... Taşlar, renkler... Ben ne anlarım bu modadan...
İncelemeye devam... Terden yapışmış rengarenk saçlar... Enine boyuna maşallah... Alabildiğine daracık bir elbise... Dudaklar silikon... İyice kıvrılmış... Burun estetik... Boş ver dedim kendi kendime, önüne bak...
Derken diğer masada arkası dönük oturan bey, kalkıp kadının yanına oturdu. Meğer o da dizüstü bilgisayarıyla haşır neşirmiş... Kadın adama hiiiiiç yüz vermedi... Adam gayet sabırlı bir biçimde kadının mesajlar yazmasını bekledi... Ben sıkıntıdan patlamak üzereyim... Beyefendide tık yok... Dayak yemeyeceğimi bilsem ' Yeter artık, bırak şu telefonu, adamın yüzüne bak...' diye bağıracağım...
Adamın aklından neler geçiyordu bilemem !!! Sabrına hayran olduğumu itiraf etmeliyim...
Yemeğim geldi, onlar da kalkıp gittiler de ben de bu işkenceden kurtuldum... Biraz daha otursalardı; inanın yemeği paketletip kalkacaktım...
(Ne olur sana ne demeyin, elimde değil... Siz daha alalarını görmüşsünüzdür eminim…)
AŞK İÇİNİ İÇİME KATABİLMEKTİR SEVGİLİ...
dur ve düşün
iki yakası bir araya gelmez ayrılığımızı...
sen ve ben
hem çok uzak
bir o kadar da yakınız hala
'Alnımın çizgilerine yazdım seni...' demiştin hani
hatırlıyor musun?
...
aşk
içini içime katabilmektir sevgili...
aşk
birini sevmeye büyümektir...
aşk
oyun arkadaşına küsmektir mesela...
şimdi de ben senin
adının karşısına
en kocamanından üç nokta koydum...
gözlerimle karşılaşırsan bir gün
tanımazlıktan gelirlerse seni
şaşırma emi...
unutma
AŞK,
içini içime katabilmektir sevgili...
(Ayşe Tural, Girne)
KAFANIZ KARIŞINCA...
Zaman zaman hayatın içinde dalgalanmalar olur. Birbirini tetikleyen olaylar, aksiliklerden doğan huzursuzluklar ya da hiç yoktan ortaya çıkan durumlar... her ne hal ise işte... adını siz koyun...
Aklınız karışır... Eh akıl bu onun da ara sıra karışıklığa ihtiyacı olur demek ki! O kadar hızlı çalışınca zaman zaman PES etmesi de doğaldır hani...
' Denizler durulmaz dalgalanmadan...' diyen bir şarkıyı hatırlatırcasına... kafanız alabildiğine karışır...
Temizleyiciden alınması gerekenler ertesi güne kalır... Yemek için aldıklarınızda en önemlisi unutulmuştur... yola çıkarsınız, uğramanız gereken yeri unutur, kendinizi bambaşka bir yerde bulursunuz... Mecburen yolu geri gitmek zorunda kalırsınız...
Böyle zamanlarda keyfimi hiiiiç bozmam... Sadece kendi kendime ' deli kız...' der, gülümserim. Biraz dinlenmeye ihtiyacım olduğunu anlarım... Okumaktan vazgeçerim o gün... bahçeyle uğraşırım mesela... Ya da uyduruk kaydırık bir film izlerim hem de alabildiğine saçma... yürüyüşe çıkarım hesapsız... bilmediğim sokaklara dalmak gibi de bir huyum vardır...
Amaç aklı biraz dağıtmaktır... Dağıtalım şöyle, geniş yerlere saçılsınlar ki karışan düğümler açılsın, kaçan ipin ucu bulup yakalansın...
Siz siz olun böyle zamanlarda önemli kararlar almayın sakın... Mutlaka yanlış olacaktır... Şimdi ben aklımı hava almaya çıkarıyorum, benimle gelen var mı?..
Ayşe TURAL
BİR ZAMANLAR SÖZLER SENETTİ...
Zaman değiştikçe, çağ atladıkça değişen insanoğlunun kendisi oluyor aslında. Farkına vardığımızda da iş işten geçmiş oluyor. Hal böyle olunca da “ Atı alan Üsküdar’ı geçmiş oluyor.” Geç kalmış oluyoruz uzun lafın kısası...
Gözünü sevdiğimin Türkçesi ne kadar zengin... Ana dilim benim. Hem zengin hem de çok renkli... Bir şey anlatmaya kalktığınızda ne kadar çok deyim bulabiliyorsunuz.
Neyse biz konumuza dönelim tekrar. Nerde kalmıştık? Geçenlerde bir yerde İzmir’den gelen bir iş adamı ile tanıştırıldım. Doksanlı yaşlarda, sempatik, güngörmüş bir beyefendi... Maşallah aklı yerinde ve zehir gibi işleyen bir de kafası var. Beş fabrika sahibi... Haydar Bey, çekirdekten yetişmiş bir tüccar...
Bileğinin hakkıyla bugünlere gelmiş. Hala, sabahları evden erkenden çıkıyor. Yönetim kurulu başkanlığı yaptığı şirkete gidiyor ve oğullarına ve torunlarına akıl hocalığını sürdürüyor. Onun deneyimlerine ihtiyaç var elbette... Ne mutlu ona...
Haydar Bey, daha iki- üç yaşlarındaymış Girit’ten İzmir’e geldiğinde... Oraya 1920 mübadelesinde (değişim) ailesiyle gelmişler. Elbette anlatıldığı kadarını biliyor. Sonra kardeşleri okurken onun aklı fikri ticarette...
Önce meslek lisesinin elektrik bölümünü bitiriyor, küçük yaşta ticarete atılıyor. Böyle insanların gözü pek olur, bilirsiniz. Bir dükkan kiralıyor. Kimse görmesin diye camları gazeteyle kapatıp kendi badana yapıyor. İstanbul’a gidiyor. Ertesi gün elektrik aksamları satan bir yer buluyor. Açık açık konuşuyor. Benim param yok ama bana vereceğiniz malı sattıkça size her hafta para gönderirim, diyor.
İşyeri sahibi bir öğretmen... Beyefendi, halinden tavrından onu beğeniyor, Haydar Beye güveniyor. “Al, git... Aydan aya parasını yollarsın” diyor. Yıllarca o kişi ile ticareti sürdürüyor. Karşılıklı saygı ve güven içinde hem de... Haydar Bey, bunları anlatırken hem o kazandı, hem de ben, diyor.
Ticarette risk almanın önemini vurguluyor. Ticaret adamının gözü açık olacak ama vurguncu, soyguncu olmayacak, diyor. Eskiden insanlara bakınca ne olduğu anlaşılırdı, şimdi öyle değil, diye devam ediyor. Sözün senet olduğu zamanlar çooook gerilerde kaldı, diye hayıflanıyor.
Haydar Bey, çok haklı elbette. Devran döndü, her şey değişti. Bugün verilen senetlerin, yapılan sözleşmelerin hükmü yok. Yasal dayanaklar bile işe yaramıyor. İşinizi sağlam kazığa bağlamazsanız yandığınızın resmidir...
Neden mi? İnsan denilen o çok akıllı yaratık, artık manevi değerleri önemsemiyor da ondan. Dini imanı para, mevki... Hep daha az çalışıp kolay yoldan para kazanma derdinde ne yazık ki!
Neyse ki toplumda iyiler de var. İnsani değerlere önem veren, saygı, dayanışma, yardımlaşma, dürüstlük, sözünde durma, iyilik yapma gibi erdemleri ailesinden öğrenmiş, bunları onurla taşıyan insanlar da var... Neyse ki varlar da yüreğimize su serpiyorlar. Yoksa işimiz duman...
Devir böyle bir devir işte... Yapılabilecek en akıllıca şey, çocuklarımızı yetiştirirken biraz daha dikkatli davranmak, onlara toplum çıkarlarını kişisel çıkarlarından öne almayı öğretmek...
YAŞAMIN ÖĞRETİSİ
önce
şiir geldi seninle
gecenin sesleri ardından
ebemkuşağı saatlerdi yaşadığımız...
yağmur çağırdı beni
ve ben geldim
umutlarımla
sevinin yağışı
bir başkaydı
çisi çisi yüreğime...
sense
serseri mayın
akan delice ırmak
' içim sana akıyor' derken
gizemi çözebildin mi?
yaşamın öğretilerine
doğru kulak ver
geç kalabilirsin...
AYŞE TURAL
HAYAT NE TATLI...
Ne zaman yazı yazmaya başlasam karşıma geçip oturuyorsunuz… Ya elinizde mis gibi kokan bir kahve fincanı ya da baharatlı kocaman bir çay fincanı… Merakla gözlerimin içine değil, yüreğime bakıyorsunuz gibi geliyor. Bocalıyorum önce… Heyecanlanıyorum ardından. Heyecan çok iyi bir şey aslında. O zaman daha güzel şeyler bulup çıkarıyorum, dağarcığımdan…
Bu neye benziyor biliyor musunuz? İpekliler satan bir kumaş satıcısına… En güzel, en gözalıcı olanlarını ayırıp koyar ya önümüze… Aynen öyle…Gözlerimiz kamaşsın ister…
Bence hayatın kendisi GÖZ KAMAŞTIRIYOR… Ona doymuyoruz, kana kana içilen su misali… Hangi yaşta olursak olalım, ondan bir an bile ayrılma düşüncesi gözümüzü korkutuyor… HAYAT öyle tatlı ki…
Ayşe TURAL
SEVEBİLİRİM
bugün
gökyüzü sessiz
dağ şarkı söylüyor inadıma...
şiirimin ortasında
durmadan
parmak kaldırıyorsun yaramaz çocuk...
ayın on dördü gibi
ışıyor yüzünün ortasında gözlerin
sana çekiliyorum
ellerine önce
ardından dudaklarına...
gözlerimin içinde
bahara duruyor dallarım
dikkat et
seni sevebilirim...
Ayşe TURAL
BİRAZ MUTLULUK ALIR MISINIZ?
Nerede var? Almak isterim elbette. Kim satıyor? Bitmeden bir parça ben de rica edebilir miyim?
Mutluluk bu… Bilmece gibi… Alınmıyor, satılmıyor, elle tutulmuyor ama gözle görülüyor. Mutlu bir yüz, pırıl pırıl… Işık ışık… Gözlerden sevinç taşıyor. Yüzde geniş bir gülümseme. İçinize girivermiş, damarlarınızda dolaşıyor. Kıpır kıpırsınız. Yerinizde duramıyorsunuz. Kuşlar gibi uçmak istiyorsunuz gökyüzünde. Birileriyle paylaşmalısınız, anlatmalısınız…
Aşkınıza karşılık aldınız belki. Bir bakış, biraz ilgi, belki de baş başa bir kaçamak… Ya da işinizde başarılı oldunuz. Pek çok kişinin önünde gururlandınız. Kıvanç duydunuz…
Haydi kalkın. Yatağınızdan çıkın. Bugünün güzel olması için uğraşın. Mutluluk içinizde filizlensin. Onu duyun… Hissedin…