Ozanköy Cumartesi Günü mükemmel oynadı ve beş gol atarak 5-0 galip geldi. Alman disiplin ve kararlılığı var galiba bu ekipte. Başkan, antrenör, aktif bayanlar, futbolcular ve seyirciler takımlarına inanıyorlar ve de çalışkanlar.
Oysa çalışkanlık sadece Almanya söz konusu olduğunda dile gelmemeli ama ne yazık ki tersini iddia etmek bazen zor oluyor. İşte size Kıbrıs'tan insan manzaraları:
Yer, tarih, isimler hepsi bende saklı. Geçen gün her zamanki sporumu yaptıktan sonra saunaya girdim. İki kişi benden önce terlemeye başlamış sohbet etmekteydiler. Zorunlu olarak kulak misafiri oldum. Yatan oturana 'Ne yapıyorsun?' diye sorduğunda oturan 'Ben artık işlemiyorum' dedi. Yatan haklı olarak 'Peki hiç canın sıkılmıyor mu? Günün nasıl geçiyor, hiç bir şey yapmadan?' diye sormaya devam etti. Oturan 'Valla ben artık çalışmıyorum. Evimin yakınındaki üniversiteye yazıldım. ... bölümünde okuyorum. Canım da hiç sıkılmıyor. Akşamları da zaten dışarıdayım.' diye anlatmaya devam etti. Ben 'Acaba bu adam nasıl para kazanıyor?' düşünürken o anlatmaya devam etti. 'Aslında niyetim milletvekili olmaktı ama vazgeçtim. Her önüne gelen oluyor. Zaten milletvekilliği için üniversite diplomasına da gerek yok. Ama ben bakan olmaya karar verdim. Onun için üniversiteye takılıyorum.' diye anlattıkça ben de şaşkınlıkla dinlemeye devam ettim.
Oturan da yatan da hükümetin erken seçimde kaybedeceğini ve seçim sonrası durumun istedikleri gibi olacağını ve de oturanın anlattığına göre geçmişte Denktaş için çok aktif çalışmış olduğunu, hatta eğer bu hükümet olmasa eşinin başbakan sekreteri olmuş olacağını ve de kendisinin bu ülke için harika konseptlere sahip olduğunu dinleyerek terlemeye devam ettim. Kırk yaşlarındaki 'süper emekli' konumunda 'milyarder' yaşantısı sürmekte olan oturan benimle de konuşmaya başladı. 'İç İşleri Bakanı' olmaya kararlı olduğunu söylediğinde ben de o zaman dayanamayıp okumakta olduğu bölümün uygun olmadığını ve hukuk okuması gerektiğini söylediğimde bana 'uzaydan mı geliyorsun' gibisinden bakarak bunun bir sorun olmadığını ve KKTC'de hangi eğitimi görmüş olmanın bir rol oynamadığını anlatarak beni aydınlattı. Bu arada benim de 'poker oynayıp oynamadığım' sorusunu cevapladıktan ve de 'AB'ye karşı' olduğunu da öğrendikten sonra sauna faslı bitti. Ardından duş alıp uzandığımız bölümde sayısız farklı kadınla önümüzdeki günlere yönelik telefon konuşmaları yapan bu KKTC vatandaşını gördükten sonra 'yahu ben bugüne kadar neyi yanlış yaptım da böyle cennetlik değilim' diye sormadan edemedim. CTP'li dostlarım bana hep erken emeklilik olayını anlatıp dururlardı. Şimdi ne anlama geldiğini biliyorum. Söz veriyorum bu gözlemimi Almanya'da kimseyle paylaşmayacağım. Yoksa 'Anadolu'dan çok Türk geliyor' diye yakınanlar bile buna razı olabilirler. Almanya'da millet bu yaşam koşulları için bir ömür boyu lotto oynuyor. Bir duyarlarsa burada böyle bir 'devlet lottosu' olduğunu Kuzey Kıbrıs'a akın ederler valla! Duyanlara da 'yok artık valla billa, o Denktaş zamanındaymış' diyerek onların valizlerini toplayıp 'taşı toprağı altın KKTC'ye' gelmemesi için ikna etmeye çalışacağım.
Son yazımdan sonra milletvekili dostum Nazım Beratlı'dan tepki aldım. 'Hop! Sıraya gir!' diye yazmış. Ben bu anti-demokratik yaklaşımı kendisine hiç yakıştıramadım. Ne demek sıraya gir? Bu kararı sadece ve sadece Angelina'cığım verecek. Brad'ten ayrıldıktan sonra Angelina Jolie kendi istediği ile birlikte olur. Hodri meydan Nazım! Ben kendime güveniyorum!
Sahi ben de 'günahkar' olduğumu açıklıyorum. MHP Giresun İl Başkanı İsmail Yılmaz gibileri bu açıklamalarla 'cenneti garantiye' aldıklarını sanıyorlar. Beyfendi buyurmuş 'Hadise'yi seçen AKP'liler günaha giriyor' diye! Aslında gerçek 'kedi ulaşamadığı ciğere...' gerçeği, değil mi İsmail Bey?
Sakın yanlış anlaşılmayayım 'Hadise'yi seçiyorum' dediysem sadece Eurovision'da şarkı söylesin diye. En başta Nazım ve diğerleri sevinmeyin ben Angelina'ya karşılıksız olarak sadığım!