Oturma odasındayım... Balkonun kocaman kapısından bana kadar ulaşan ikindi güneşinde bir kedi kadar mutluyum. Şımarık (kokodilimiz) en az benim kadar keyifli... Kafesinde cıvıldıyor. Onu bir türlü sütlü ekmek kırıntılarına alıştıramadım. Oysa ben yıllardır kuş beslerim. Muhabbet kuşları daha uysaldı. Bir ara on iki tane olmuştu. Neyse kafese yuva koymaktan vazgeçip yaşlananların ölmesiyle ellerinden kurtulmuştum. Hayvan beslemek sorumluluk isteyen bir şey...
Kocaman kavanozlarında salına salına yüzen Japon balıkları beni çok yormuyor. Sık sık seyahate çıkan ben onları kavanozlarıyla arkadaşıma götürebiliyorum...
Neyse sizinle paylaşmak istediğim onlar değil. Oktay Akbal'ın ' Senin Adın Aşk' isimli denemeler kitabı... Bu tarz kitapları baştan sona okumam ben. Bölümler seçerim ve zaman zaman okurum. Hatta benim okurlarıma da kendi deneme kitaplarımı az az okumalarını öneririm. Daha kalıcı oluyor o zaman. Ruh halinize uygun olan birini veya ikisini seçip okuyorsunuz. Tadı damakta kalıyor o zaman...
Kitap 1993'te basılmış. Ben onu 2003'te Ankara'dayken almışım. Ben okuduğum her kitabı yer yer çizerim. Boşluklarına notlar yazarım. Hiç okunmamış gibi duran kitaplar beni hiç cezbetmez, nedense...Bazen kitabın iç kapaklarına bile yazarım.
Buna da bazı notlar düşmüşüm. Bakın bakın şiir bile var...
Gitmek mi?
Nereye?
.........
Öyleyse canım
Bu acele niye? (3 Ağustos 2003, İstinye)
diye de yazmışım. Dizeler benim mi, hiç bilmiyorum. Herhalde öyledir. Her yazdığınızı toplamanız mümkün değil. Çünkü o kadar çok ve sık yazarsınız ki, yaşamın kendisi yazmak olur çıkar...
Okumadığım sayfalar var. Önce okuduklarıma yazdığım notlara bakıyorum. Akbal'ın cümle yapısını ve anlatımını çok severim. Yıllar öncesindeki (1940...) anılar bugünmüş gibi içten, doğal anlatılmış ve en önemlisi tertemiz bir Türkçe ile hem de.... Bazı bölümleri sizinle paylaşmama izin verir misiniz?
Zincirlerle çekiyor işçiler
Güneşi yatağımın başına
Ben nasıl çıkarın bu kirli yüzle
Güneşin karşısına...
Celal Sılay
1940'ların gazeteci ve şairinden bu dizeler... Ne kadar güzel bir anlatım...
Behçet Necatigil'in pek de bilinmeyen birkaç dizesi...
Gidecek yeri olmayan biri
Aslanları görmeye parka gitti
Aslanlar taştan
O bir insan...
Nasıl anlaşırlar?
Anlaştılar...
Necatigil'in en bilinen dizeleri ' Sevgilerde' şiirindedir. Hatta ben de ikinci kitabım ' Sevgileri Yarına Bırakma'yı ona özenerek yazmıştım 1998'de...
İsterseniz şairin dizelerine bir göz atalım.
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı
Bitmeyen işler yüzünden
Siz böyle olmasını istemezdiniz
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı...
Aslında sevgi de aşk da söylenmeli... Karşımızdakinin anladığını ya da bildiğini varsaymak her zaman yanlıştır. Karşılıksız olduğu sanılan pek çok duygu, filizlenemeden solmak zorunda kalmıştır. Oysa kişi, şansını denemeli ve karşısındakine mutlaka açılmalıdır... Paylaşmadan hiçbir şey bilinemez.
İnsanlar aynalar gibidir. Orhon Arıburnu 'Aynacı' şiirinde şöyle der:
O, ayna satardı
Aynacılar çarşısında...
Bir gün öldü
Tabutunu aynacılar taşıdı...
Şiir böyle bir şey... Aşkı da sevinci de hüznü de ölümü de böyle doğal anlatır.
Asaf Halet Çelebi de
'Bir gün gelir aynalarda ararım seni...' der umutsuzlukla.
Kitabın en güzel yazısı, kitaba adını veren ' Senin Adın Aşk' isimli deneme...
Orada yazar, Atilla Birkiye'den alıntı yapıyor. Aslında aşkı anlatan ister roman,
ister şiir, isterse öykü olsun... Her zaman ilgi çekiyor... Aşk bu AŞK...
' Ben sizi seviyorsam, bundan size ne?...' diye sorar sevgilisine Goethe... İşte
aşk, böyle bir şey... Kaç yıl, kaç gün sürerse sürsün! Herkes tatmalı bu
güzelliği...
Gerisini merak ediyorsanız, kitabı alıp okuyun lütfen, tembellik etmeyin. Sevgiyle,
aşkla kalın....