Şu alıp başını gitmek yok mu? Ruhumuza iyi geliyor...
Yeni gününüz aydınlık olsun…
PANTEON (Sanatçılar Mezarlığı)
Olayları anlatırken her zaman ikilem yaşarım. Kısaca anlatıverdiğim bazı olayların aslında düşündüğümde hiç de bir- iki cümleyle geçiştirilmemesi gerektiği aklıma düşer. O zaman da belleğe kazır gibi geri dönüşlerle anlatmak ayrı bir haz verir, bana…
18 Mayıs 2015 günü de Tiflis Devlet Üniversitesindeki etkinliğe gitmeden önce Makvala Hanım bizi PANTEON’a götürmek istiyor. Kahvaltıdan hemen sonra otelden aceleyle çıkıyoruz. Şehrin tepelerinden birine doğru yol alıyoruz. Bir yerden sonra teleferikle yola devam edeceğiz.
Teleferik hepimizi çocuklar gibi sevindiriyor. Karşılıklı oturuyoruz. Bir vagona sığmıyoruz bazılarımız da diğerine geçiyor. Yukarı çıkarken Tiflis’e daha bir yukardan bakmak insana başka bir heyecan veriyor.
Panteon’dayız. Burası Sanatçılar Mezarlığı aslında. Her anıt- mezar tam bir sanat şaheseri… İnsan gözlerini alamıyor. Sanatçısına bu kadar değer veren toplum, gözümde daha bir yüceliyor.
Tepeden neredeyse kuşbakışı Tiflis’i seyreden mezarlıkta kimler yok ki…
Ressamlar, heykeltıraşlar, şairler, düşünürler, tiyatro sanatçıları, balrinler, besteciler, müzisyenler, yazarlar…
Bir kadın şairin mezarı üstünde bir demet solgun MENEKŞE duruyor. İçim biraz buruk, biraz da hayranlıkla bakıyor. Şairin menekşeleri çok sevdiğini anlatıyor Makvala… Makvala İzmir’in Gürcistan Konsolosu… Türkoloji mezunu… İşini olağanüstü zevk alarak yapıyor. İyi ki bizimle…
Ardından üniversitedeki etkinlikler… Bildiriler… Azerbaycan, Gürcistan, Irak, KKTC, Türkiye, Özbekistan ve Ukrayna’nın katıldığı etkinlikler son derece keyifli ve yararlı geçiyor.
Otele dönüp dinleniyoruz. Yarın sabah erkenden trenle BATUM’a hareket edeceğiz.
TREN YOLCULUĞU
Sabah 8.30 trenindeyiz. Çok güzel bir atmosfer… Çok rahat bir yolculuk… Kura nehri sağımızdan akıp gidiyor. İstasyonlarda kısa molalar verdikçe çevremizi ilgiyle seyrediyoruz. Kalkıp geziniyoruz. Kahve içiyoruz. Makvala’nın getirdiği sıcacık Gürcü pideleri mutluluğumuzu artırıyor.
Yolculuk beş saat sürüyor. Batum’dayız. Batum Devlet Üniversitesi Türkoloji Bölüm Başkanı bizi karşılıyor. Otelimize yerleşiyoruz. Şehir merkezinde ÇAU Otel… Harika bir otel… Yerleşip şehri gezmek üzere dışarı fırlıyoruz…
1. Batum
2. Batum, Gürcistan'ın özerk cumhuriyeti Acara'nın başkenti olan Karadeniz kıyısındaki liman kenti. Nüfusu 190,000 olan Batum, önemli bir liman ve ticaret merkezi olarak hizmet vermektedir. Subtropikal bir bölgede yer almaktadır.
3. Nüfus: 125.800 (2011)
4. Yüksekokullar ve Üniversiteler: Shota Rustaveli State University,
Batum tam bir Karadeniz Liman şehri… Biraz İzmir’i andırıyor. Zaten Konak’taki Saat Kulesi’nin bir örneği denizin kenarında bize merhaba diyor.
İnanılmaz ilginç binalar var. Son derece estetik… Hangisine bakacağınızı şaşırıyorsunuz… Her taraf akasya dolu… Hava mis gibi akasya kokuyor… Her adımda Türkçe konuşuluyor. Gürcüler çok sempatik insanlar… Çoğu Türkçe biliyor ve bize çok sıcak davranıyorlar…
Akşam yemeği sonrası tekrar yürüyüşe çıkıyoruz.
PARK VE BATUMLU GENÇLER…
Her fırsatta Gürcülerin çok sıcak, bize benzeyen sempatik taraflarını anlatıyorum ya… Gerçekten öyle… Yemek sonrasu uzun yürüyüşe katılmıyorum. Çevreyi incelemek niyetindeyim. Arkadaşlar beni kocaman bir parkta bırakıyor, sahilde yürüyüşe çıkıyorlar…
Bir elektrik direği altındaki banka otoruyorum. Sağımda solumda hep oturan, şakalaşan gençlere imrenerek bakıyorum. Hafif şarkılar söylüyorlar. Derken klasik bir müzik dolduruyor alanı… Müziğe uyan fıskiyelerden sular fışkırıyor… Yankılanıyor… Harika bir görüntü renk cümbüşünün içinde…
Kaykay süren çocuklar, bebek arabalarında müziğe göre tempo tutan bebekler… Onlara bakınca “ HER ŞEY ÇOCUKKEN ÖĞRENİLİR…” diye düşünüyorum… Sanatın her dalı… Ruha gıda olan her şey… Sohbet eden anneler… Havuzun kenarına toplanıp izleyen gençler… Sarmaş dolaş sevgililer… İnsan bakmaya doyamıyor gerçekten…
Gecenin neminde mis gibi kokan akasya çiçekleri… Işıklı pervaneler, balonlar satan satıcılar… Neşeli ve mutlu sesler… Ne tarafa dönsen çiçeklerle bezeli…
Çevre son derece güvenli görünüyor. Ne çığlık, ne bağırma… Rahatsız eden gürültü diye bir şey yok…
Artık uyku saatimin geldiğini düşünerek kalkıyorum. Gürcü para birimi LARİ… Burası Tiflis’e göre de çok ucuz… Yolun kenarında duran taksiye yaklaşıyorum. Otelin adını verirken “ Türk müsünüz?” diye soruyor. Hem de Türkçe… Bir süre İstanbul’da yaşamış. Zaten burada hemen hemen herkes Türkçeyi ikinci dil olarak konuşuyor. On lariye beni otelime bırakıyor.
Bugün tren yolculuğu sonrası bol bol dinlenmiş oluyoruz. Yarın sabah Batum Devlet Üniversitesinde etkinliğimiz var.
ÜNİVERSİTE
Üniversite bahçesinde heykeller var. Hemen fotoğraf çekmeye koşuyoruz. Ardından binaya giriyoruz.
Shoto Rusteveli Devlet Üniversitesi Türkoloji Bölümündeyiz. Kırmızı kadife perdelerle süslü, çok büyük bir salonda çok sayıda şair, yazar, öğrenci ve öğretmen bizi bekliyor. Bir bir tanıştırılıyoruz. Onlar tanınmış kadın şairlerini, romancılarını ve profesörlerini tanıtıyor. Çok içten ve sevgi dolu bir karşılama bu.
Salon hemen hemen dolu… Öğrencilerin sınav zamanı olmasına karşın salon bayağı dolu… Program başlıyor. Sıra ile bildirilerimizi sunuyoruz. Başka bir ülkede dilinizi duymak size ayrı bir ONUR veriyor. Türkoloji öğrencilerinin bizim için hazırladığı şiir şöleni de var. Her öğrenci Türk şairlerinden şiirler okuyor. Bir de İstiklal Marşı okunuyor. Duygulanmamak elde değil…
Program sonrası Bölüm Başkanının odasında çay içip sohbete devam ediyoruz. Burası Sarp Sınır Kapısına çok yakın. Bizi sınır kapısına kadar götürüyorlar ve vedalaşıyoruz.
TEKRAR YOLLARA DÜŞÜYORUZ…
Gürcistan’ın Türkiye Konsolosu Makvala bizimle birlikte olduğundan sınıra yığılmış pek çok kişiden önce içeri alınıyoruz. Kolayca geçiyoruz. İşte Türkiye topraklarındayız. Biraz sonra ARTVİN Üniversitesinden gelip bizi alacaklar.
Hava çok sıcak… Gölge bir yer arıyoruz, en uygun yer mısır satıcısının yanı… Birer mısır alarak hem yiyip hem oyalanıyoruz. Derken üniversitenin aracı geliyor. İçinde öğretim görevlisi de var. Yerleşip yola çıkıyoruz. Her taraf yemyeşil… Ben Samsun’da okudum. Karadeniz bölgesini biraz bilirim ama elbette yıllar öncesiydi…
Hopa’dan başlayarak döne dolaşa çıkıyoruz ta yukarılara… Ancak bitmeyen virajlarla uzayan bu yolculuk hiç de bana göre değil… Pes ediyorum, bayılmak üzereyim… Aşağı indiriliyorum. Soğuk sularla elimi yüzümü yıkıyor arkadaşlarım… Otobüsün en önüne oturtuluyorum. Cam açık, klima açık başımı yaslayıp gidiyoruz.
Yolculuk iki buçuk saat kadar sürüyor… Ara ara açtığım gözlerimle sadece yeşili, tahta Karadeniz evlerini ve dağlerı görüyorum; gözlerim tekrar kapanıyor… Sonunda ARTVİN’deyiz. DSİ’ye ait misafirhaneye yerleştiriliyoruz.
Duş alıp uzanıyorum. Kapım tıklatılıyor. Hasta olduğumu bilen arkadaşlarım rica etmişler. Bir görevli bir tepsi uzatıyor. Tepside sıcacık bir çorba… Onu içip uyuyorum. Başka türlü gözümü açamam…
Akşamüstü kendime geliyorum. Burası tam bir yayla havasında… Artvin dağların doruklarında bir yer… Mucize gibi… Bu zorlu yolculuğa değiyor elbette… Yemyeşil, cennet gibi…
Haftaya ARTVİN’le başlayacağım söze…
FISILDA
gözlerimi kapatınca
başlıyor içimdeki senfoni
büyülü bir dünyanın
kapıları aralanıyor hafiften...
içime
sevginin ışığı doluyor
işte şimdi
tam zamanı
haydi fısılda...
Ayşe TURAL
YENİ İNSANLAR VE BEN
Her adımın hayatımıza biz davet ettikçe yeni birilerini getirdiğini öğrendim artık… Bu noktada zaman zaman zarara uğrasam da ölçüm aynı.
Her tanıştığım kişi 100 puanla başlıyor… Onu tanıdıkça, eksilerine göre ibre biraz iniyor… Ellşiden aşağı inmedikçe idare edebiliyorum. Yoksa hayatımdan çıkıp gidiyor… Ya da pek aralıklarla görüşüyorum. Bu da benim prensibim. O zaman daha az zarara uğruyorum sanki… Kendimi koruma şeklim bu benim…
İnsanları tanıdığımızı zannederiz zaman zaman. Oysa hiç de öyle değil. Ne kadar insan varsa o kadar da tip ve karakter var… Kardeşler bile birbirine benzemiyor… Mutlu ve huzurlu olmak için ilişkilerimize her zaman çeki düzen vermek zorundayız…
BUGÜN
hayatın gülen yüzünden
SENİ
toplasam diyorum...
toplasam da
sevdalı yüreğimde saklasam...
Ayşe TURAL
BAŞARI...
Başarı: Önüne çıkanı ardında bırakmaktır galiba... Koşmak gibi sanki... Bunu yaparken önündekine çelme takmak değil elbette... Yere düşürmek hiç değil...
Gerçek başarılar, kendimizle yaptığımız yarışları kazanabilmektir gibi geliyor bana...
Kendimizi geçmek...
Kendimizi aşmak aslında...
Düşüncelerimizi aşmak...
Duygularımızı aşmak...
Sevgiyle…
GÖZLERİNİ KAPAT...
Gözlerini kapat...
Yüzünde gezinen güneşi hisset...
Derin bir nefes al...
Sıcacık kahveni yudumla...
Seni yaradana şükret...
İYİ Kİ VARIM...
İYİ Kİ YAŞIYORUM de...
Ayşe TURAL
ANILARDAN BİR DEMET
Yaşamın içinde her olay ya da her durum ileriki zamanlar için bir anı yumağı oluşturur. Sevinçli ya da kederli, ilginç ya da ürkütücü… Ben anıların bile seçilerek akılda tutulmasından yanayım. Biraz Pollyannacı yanım var ya…
Mutsuzluk çağrıştıran anıların hatırlanmamasından yanayım, en azından dillendirilmemesini savunuyorum. Çünkü her anı bizi o ana götürüyor… O an hangi duyguyu hissetmişsek, onu tekrar yaşıyoruz… Düşünün korktuğunuz bir an ya da çok kahrolduğunuz bir zaman… Onun yerine en mutlu anınızı, en sevinçli gününüzü düşündüğünüzde kalp atışlarınız bile ritmini değiştiriyor.
Yaşamda güzel şeyler hatırladıkça, güzel olanı çağırmış olursunuz… Yaşanan zaman dilimi hiç de öyle ah’larla vah’larla geçirilecek kadar uzun değil, diye düşünüyorum…Mutlu ve güzel bir gün diliyorum efendim…