Dost acı söyler

Biliyorum aşağıda dile getirdiğim konuyu bazı Kuzey Kıbrıslı dostlarım aynı şekilde görmek istemiyorlar.

Biliyorum aşağıda dile getirdiğim konuyu bazı Kuzey Kıbrıslı dostlarım aynı şekilde görmek istemiyorlar. Tam bir yıl önce bir gazetede konuk yazar olarak aynı konuyu işledikten sonra aralarında milletvekili olanlarında bulunduğu dostlarım “yanıldığımı” iddia etmişlerdi. Buna karşın ufak bir grup da olsa diğer dostlarım da “haklısın” diyerek yazıma katılmışlardı.

 

O sıralarda ziyaret ettiğim Başbakan Ferdi Sabit Soyer’de bu konuda yazdıklarımı okuduğunu ve bu konunun toplum tarafından ele alınmasından yana olduğunu söyleyip “Ozan, aslında bu konuyu birlikte bir televizyon programında işleyelim” diyerek beni teşvik etmişti.

 

O zaman sadece Kuzey Kıbrıs’taki Türkiyeli öğrencilerin bir “ağabey” olarak gördükleri bana adadaki sorunlarını anlatmaları nedeni ile işlemiştim “sorunu”.

 

Aradan bir yıl geçti. Ben bu arada gönüllü olarak daha fazla “adalı” oldum. Dostlarımın sayısı arttı. Hep dinlemekte ve öğrenmekteyim.

 

İki hafta önce bir Alman milletvekili arkadaşım ile benim son aylarda Türkiyeli adalılardan dinlemeye alışık olduğum “konu” Girne’de çok kaliteli bir mekanda muhteşem bir yemek sonrası, yani Alman arkadaşımın Kuzey Kıbrıs hayranlığını arttıran bir ortamın ardından bindiğimiz taksi şöförü tarafından dile getirildi. İlginç bir şekilde bu sohbetin ardından başka Türkiyeli’ler de sanki sözleşmiş gibi beni gördüklerinde aşağı yukarı hep aynı “sorunu” dile getirdiler.

 

Hepsinin ortak şikayeti “bir kaç yüzyıldır bu adalı olmuş olan Kuzey Kıbrıslı’ların Türkiyeli’lere bir tür “sonradan gelme” muamelesi yapmalarıydı. Örneğin trafik kontrolünde polisin Türkiyeli’yi “didik, didik kontrol ederken” Kuzey Kıbrıslı “eski yerliyi kayırdığından” yakındı iki Türkiyeli şöför.

 

Bir başkası ise medyayı eleştirdi. Onun iddiasına göre bir Kuzey Kıbrıslı suç işlediğinde isminin baş harfleri dışında kişisel detay yazılmazken, Türkiyeli’ler de hemen ya isim açık yazılmakta ya da isminin baş harflerinin yanına Türkiye’deki doğduğu kentin adı iliştirilmekteydi. Bu şekilde suçu bir Türkiyeli’nin işlediği bilinsin istenmekteydi.

 

Bu eleştirileri dile getirenlerin hepsi Kuzey Kıbrıslı “eski yerlilerle” evli olan yani aslında “eski ve yeni yerlilerin” kaynaşmış oldukları bir yaşam sürdürüyor olmalarıydı. Ayrıca Kuzey Kıbrıs’ta olmaktan mutlu ve ülkelerini seven insanlar olarak eşlerinin aileleri ile de çok iyi ilişkiye sahiptiler.

 

Tek sıkıntıları bir tür ayrımcılığa maruz kalmalarıydı. Biri hatta bence sorunu tam olarak tanımladı “bizi Denktaş ona oy verelim diye buraya getirdi ama oyumuzu almak dışında umurunda bile olmadık” derken.

 

Bu dile getirenlerin hepsi doğru olmayabilir. Hatta duygusal olarak abartılıyor da olabilir. Ancak bence bu konu toplumsal açıdan ve Kuzey Kıbrıs’ın sağlıklı geleceği için ciddi bir şekilde ele alınmak zorunda.

 

Doğru hapishane Türkiyeli kaynıyor. Maalesef Türkiye’nin kenar mahalle mafyası adayı bir “kumar cenneti” olarak istismar ediyor. Ancak tüm bunlar bütün artık burada kök salmaya başlamış Türkiyeli adalılara yönelik olarak önyargıların oluşmasına neden olmamalı.

 

Gözlemlediğim kadarıyla Kıbrıs’a bir kaç yüzyıl önce gelmiş olanlar ve son otuz ya da yirmi yıldır adalı olanlar arasında büyük bir kültürel fark var. Aynı Bebekli bir Türk ile Yozgat’ın ücra bir köyündeki Türk arasında olduğu gibi! “Oy için getirilip de adaya yerleştirilen ama kendileri ile ilgilenilmeyen Türkiyeliler” kendi yağıyla kavrulmaya çalışırken adanın eski yerlilerine yetişme şansına sahip değiller.

 

Bu çözülemez bir sorun değil. Ancak bunun için önce sorunu tanımlamak gerekiyor. Devekuşu misali görülmek istenmeyen bu sorun yarın kendini gösterdiğinde çok geç olabilir. Özellikle bir Türkiyeli’nin “Türkiye kökenli bir bakanımız vardı, onu da rüşvet suçlaması ile alaşağı ettiler” tarzı duygusal yaklaşımı bence bir “alarm” işareti!

 

Biliyorum bana bozulanlar olacak. Ama “dost acı söyler!”
Bu haber 590 defa okunmuştur

:

:

:

: