Bill Clinton’la rahmetli Ecevit’in, çekilmiş resmi ile ilgili yapılan bir yorum ve algılamayla ilgili, bu yazıyı kaleme alma gereğini duydum.
Meşhur bir kelam var:
“ Sezar’ın hakkı, Sezar’a “ diye.
Rahmetli Ecevit’le, 34 yıllık birlikteliğimiz oldu.
Bu, 1972 yılına kadar tekabül eder.
Hani, CHP’nin, üçüncü Genel Başkanı olduğu yıla.
Benim tanıdığım Ecevit.
İngiltere’de çalıştığı yıllar.
Amerika’da, burslu olarak kaldığı yıllar, olsun.
Bazıları gibi.
Yurda döndükten sonra, o ülkelerdeki çevrelerin, Türkiye’de hiçbir zaman işbirlikçisi olmamış.
Aksine, o çevrelerin ve güçlerin, Türkiye üzerindeki emellerini, görme olanağı bulmuş ve Türkiye’ye döndükten sonra, bunları derinden irdelemeye ve mukabil tedbirleri almaya başlamıştı.
DP iktidarı, Türkiye’yi NATO ittifakına dahil ettikten sonra. Türkiye’nin, ne denli bağımlılaştırıldığını görüyor, yaşıyor ve bunun sıkıntısını çekiyordu.
Ulusal çıkarların tehlikeye girdiğini, ülke üzerinde ABD’nin, ne denli etkili olduğunu yaşıyor.
Atatürk Cumhuriyetinin, ne hale geldiğini, yaşayarak, nelerin yapılabileceğini tasarlıyordu.
Hükümete geldiğinde.
Ege’deki Türk çıkarlarını korumak için, Kıta sahanlığını ele alarak, işe koyuldu.
İlk hükümet programında.
Türk işçisinin ve Türk köylüsünün, kalkındırılması için, seçim bildirgesine, bölümler koyuyor ve bundan kurtuluş yolunun, düzenin değişmesi ile mümkün olacağını seçim bildirgesi ile duyuruyor.
“Bu bozuk düzen, değişmelidir ” vaadini halka yapıyordu.
Geçmiş hükümetlerin, ABD baskısı ile yasakladığı, afyon ürününün yeniden ekilmesi için. Bu konu da, seçim bildirgesine konularak, seçim propagandalarında.
“Türkiye’de, neyin ekilip, neyin biçileceğine karar verecek organ TBMM ‘dir, ABD Kongresi değildir ” diyerek. 15 Temmuz 1974 ‘ de haşhaş ekimine, ABD’nin tüm baskılarına rağmen, izin verildi.
Aynı gün, Adanın, Yunanistan tarafından işgal edilip, Yunanistan’a bağlanması girişimi karşısında. Adaya müdahale edildi.
Yıllarca süren Kıbrıs müzakerelerinde, ortaya bir sonuç çıkmaması üzerine. Türkiye’de ilk kez, Adada, iki ayrı idare ile, soruna bir çözüm bulunacağı da, seçim bildirgesine yazıldı.
Onun, Hükümetleri döneminde, Türk işçisi, işçi hakları ile ilgili olarak. Talep edilenlerin, en asgarisini almadı mı?
Maden ocaklarında, grizu patlaması sonucu, ocaklara inen. O değil miydi?
O biliyordu ki.
Türk işçisi ve Türk köylüsü, ne kadar, ekonomik yönden bağımsız olursa. Türkiye de, o denli bağımlılıktan bağımsızlığa giden yolda, büyük mesafe alacaktı.
1990 ‘lı yıllarda.
Ermenistan’ın, Nahcivan ve Azerbaycan’a saldırması karşısında. Nahcivan’dan, Azerbaycan’ı birleştirmek için.
“Başbakan olsam, Nahcivan’dan Ermenistan üzerinden bir koridor açarak, tek ulusu birleştiririm “ diyen de Ecevit’ti.
Ecevit’in, hep ulusalcılığını dile getirdim.
Bunun yanında, Rahmetli Ecevit’le bütünleşen ve onun bir parçası haline getirilen, nazikliğinden, yani halk dilinde centilmenliğinden bahsetmek istiyorum.
Karşısında, kim isterse olsun.
Baş düşmanı, dahi olsa.
Hiçbir zaman, nezaket kuralları dışına çıkarak, hareket eden birisi değildi, Ecevit.
Biraz da, utangaçtı.
Konuşurken, iki elini ovuşturur veya hareket ettirirdi.
Fakat.
İlkelerinden ve Türk Ulusunun ulusal çıkarlarından, asla ödün vermiş biri değildi.
Hele hele.
Türkiye’nin, uluslararası anlaşmalardan doğan, kazanılmış haklarını ortadan kaldıracak, uluslararası masalarda görüşme konusu yapmak.
Hele hele bunu Ecevit’e yaptırmak, dünyada mümkün değildi.
Bill Clinton’la çekilmiş, o resim.
Clinton’un, nezaket kurallarından, ne denli nasibini almamış olmasının, resmidir.
Rahmetli Ecevit.
ABD’ye, bazı Başbakanlar gibi “ el pençe, divan durmuş” olsa idi.
Var, başımıza gelecekleri, hep beraber bir düşünelim.