Aslında dedemin amcası Ahmet Kahveci Hasan’la ilgili yazmayı planlarken önüme atlayıveren bu iki resimin çağrılarına kulaklarımı tıkayamadım ve onları yazmaya karar verdim.
İlk resim dedem Hasan Mehmet’in babası Müezzin Mehmet Kahveci Hasan’la Kıbrıs’ta Mağusa Surlariçi’ndeki taş evin avlusunda çekilmiş. O tarihlerde erkekler isimlerinin yanında baba ismiyle, kadınlar ise evlenene kadar baba, evlendikten sonra eşlerinin ismiyle tanınıyorlar. (Kadının adı yok söylemi buradan geliyor olsa gerek). Aile Tekbıyık soyadını bu tarihlerden çok sonra “1974 Kıbrıs Türk Cemaatı Soyadı Kuralı” yürürlüğe girdikten sonra alıyor. Resim, dedemin o zamanlar on iki yaşında olan annemi kaydettirmek ve ailesini tanıtmak için Kıbrıs’a getirdiği zaman çekiliyor. Bu resimde dedem, babası, babasının (ikinci) eşi Hatice Anne, kız kardeşleri, erkek kardeşinin eşi Nafiya Yenge ve kardeşlerinin çocukları ile bir arada. Sıcak bir Mağusa günü, yakıcı güneş altında uzun poz verme süresinin ardından büyük dede Mehmet Kahveci Hasan ve çocuklar gözlerini güneşten kaçırmak için başlarını öne eğmişler. Dedem ve kız kardeşleri fotoğrafçıya bakmaya devam ediyorlar. O yaz tatilini annem Kıbrıs’ta aile büyüklerinin evinde geçiriyor.
Arkada kubbe kemerli taş evler olan ikinci resimde annem ve babası, annemin Fatma Halası ve halasının kızı Hatice isimli kuzeni (Keriman Halis), annemin kendinden on yaş büyük ablası Fatma Teyzem ve beş yaş büyük ablası Sıdıka Teyzem var. Fatma Teyzem belinde kemer olan açık renk şık bir elbise giymiş. İyi derecede dikiş bilen Fatma Teyzem bu resimden birkaç yıl sonra Sabiha Keyn’in modaevinde Prenses Anne, İsmet İnönü’nün eşi Mevhibe İnönü, Esin Afşar, Sophia Loren gibi isimlerin kıyafetlerini de dikecek. Sıdıka Teyzem koyu renk, etekleri pileli bir kıyafetle görülüyor. Boynunda kıyafetine uygun bir kolyesi var. Keriman Teyzem beyaz gerdanlığı, kulağında aynı renk küpeleriyle o zaman da çok şık. Herkes çok mutlu görünüyor.
Annemin üzerinde yakalı önü düğmeli kısa kollu bir elbise görülüyor. Saçı iki yandan özenle kurdele ile bağlanmış. Siyah beyaz resimden elbisenin veya kurdelenin rengi anlaşılamıyor. Bakımıyla kendinden sadece beş ve on yaş büyük iki ablasının ilgilendiği küçük bir kız için özenli ve güzel bir kıyafet bu.
Bu resim çekilmeden beş yıl önce, Dilber Anneannem arkasında en küçükleri annem Güler olmak üzere, altı çocuk bırakarak kırk iki yaşında hayatını kaybediyor. (Hastane kayıtlarında ölüm nedeni ‘beyin kanaması’ diye rapor edilmiş). Yirmi altı yıllık evlilik 1946 yılında büyük bir hüzünle sonlanıyor. (Osmanlıca’dan çevirttiğim anneannem ve dedeme ait evlilik varakasında; Bir mani yok ise Ahmet Ağa Kızı Dilber’in Mehmet Efendi Oğlu Hasan ile nikahının kıyılması. 18 Eylül 1920 yazıyor). Evin içinden eksilen anne sıcaklığını sorgulayan küçük kıza (anneme) önce annesinin hastaneye gittiği söyleniyor. Uzayan hastane sürecine dualar eklenince ve babası gelip kendisini şefkatle kucaklayıp gözündeki yaşı saklayarak “benden oyuncak olarak ne istersin” diye sorunca olayı kavrayan küçük kız babasından sadece bir düdük istiyor. Düdükten çıkacak ses yüreğindeki çığlık. Anladığı ama babasını üzmemek için konuşmadığı, sorgulamadığı gerçeğin çığlığı. Annesiz kaldığı yılın ardından başladığı ilkokula giderken küçük kızın kulaklarında hep Selanik göçmeni annesinin sağken söylediği bir türkü çınlıyor.
Ben bir göçmen kızı gördüm/Tuna boyunda/Elinde bir deste gül var/Hasret koynunda/Doğru söyle göçmen kızı/Annen var mıdır/Ne annem var ne babam var/Kalmışım öksüz.
Bu hassas yürekli küçük kıza, Kıbrıs’a gidip halalarını, kuzenlerini akrabalarını tanımak çok iyi geliyor, onların sevgi ve şefkati yüreğindeki anne hasretini biraz azaltıyor.
Resmi kayıtlara göre yüz, kitaplara göre yüz altı yaşında vefat eden babası kadar uzun ömürlü olamayan dedem 79 yaşında (prostat kanserinden) hayatını kaybediyor.
“Çok sevimli bir kızdı annen. Melek gibi bir çocuktu. 1952 yılının yaz aylarıydı. Haluk abin 7-8 aylıktı ve annen onu sevdi, oynadı. Resmin çekildiği gün annenin üzerinde yeşil bir elbise vardı. Annenin eli babasının dizinde, dede ve halalarıyla birlikte çekilmiş bir resmi var. Bir daha geldiğinde onu bulacağım” diyerek bana bu resimlerden ilkini hem anlatan hem de albümünden çıkarıp gösteren Nafiya Yengeme, ikinci resmi albümü aracılığıyla bana ulaştıran rahmetli anneme, sorularımı yanıtlayan Ayşenur Ablama, Yurdanur Ablama, Keriman Teyzeme teşekkür ve minnetle.
Resimler yaşıyor, bakıldıkça.