İki hafta önceydi. Abdullah Öztoprak’la Ada Sanat çekimlerini Biyer’in bahçesinde yapıyoruz. Hava sıcak, buram buram terliyoruz.
Murat (kameramanım) , koltukları yemyeşil çimenlerde en güzel yerlere yerleştirmeye çalışıyor. Biz de gölgede Abdullah ile Savoy Oteldeki ödül törenini ve UKÜ deki defileyi konuşuyoruz. Derken arabadan bir şey almak için kalkıyorum. Ayakkabımın topuğu çimenlere gömülüyor ve yavaş çekim yere düşüyorum. Gülmeyin ama ne yapalım iş kazası... Sağ ayağım burkuluyor, sol dizim kanıyor, mermere çarptım çünkü ve sağ elimin bileğinin üstüne düştüğüm için çok acıyor... Neyse Abdullah beni yerden kaldırıyor. Korkacak bir şey yok. Soğuk sular döküyoruz. Çekimi tamamlıyoruz. Ayağımın üzerine basamıyorum. Eve geliyorum. Aradan iki saat geçiyor. Ayağımın ağrısı hafifliyor ama bu kez bileğim şişiyor ve ağrısı artıyor.
Ne yapmalı derken, arkadaşım Gülsen arıyor. Hemen acile git, diye tembih ediyor. Çatlak ya da kırık olabilir, diyor. Arabaya binip acilin önüne geliyorum. Güvenlikten iki delikanlı oturuyor. Arabadan iniyorum, düştüğümü söylüyorum. Arabayı biz çekeriz, diyor birisi; diğeri sandalye getireyim mi, sizi tutmamı ister misiniz, diyor. Anahtarları veriyorum, yürüyebilirim, diyorum. İçeri giriyorum. Görevliye, düştüğümü söylüyorum bekletmeden içeri alıyor. Hemşire gelip geçmiş olsun diyor ve kaydımı yapıyor. Ben içeri girerken doktor hanım çağrıldığı için karşı odada yatan hastalara gidiyor. Başka bir doktora haber veriyor hemşire... Bir türlü gelmiyor. Acıdan kıvranıyorum. Nihayet görünüyor. Şöyle bir bakıp ne oldu diyor. Ağırdan alarak röntgen kağıdı yazıp uzatıyor. Ayağımı sürüyerek çıkıyorum. Görevliye röntgen yerini soruyorum. Hemen yanıma bir genç veriyor. Hanımefendiyle git, dikkat et yalnız bırakma, diyor. Uzun koridorlardan geçerken, delikanlı iyi misiniz, diye soruyor. Röntgen sorumlusuna beni teslim edip ayrılıyor. Müteşekkirim gerçekten.
Röntgen birkaç dakika sonra hazır. Aynı yollardan geri dönerken bir hemşireye rastlıyorum. Konuşa konuşa, yavaş yavaş geliyoruz. Elimde filmle doktorun kapısının önündeyim. Bana gel, demesini beklemeliymişim diyor hemşire. Ayakta bekliyorum. Telefonda konuşuyor doktor hanım... Uzattıkça uzatıyor. Sanki ben orda yokum. Nihayet, lütfedip eliyle gel, işareti yapıyor. Filmleri alırken, elinin tersiyle bir çık, alıyorum. Emir kuluyum ya... Atalarımız, boşuna “ Ne hakime, ne hekime...” dememişler, elbette... Bir bildikleri varmış. Filmleri eviriyor, çeviriyor, güya bakıyor. Telefon konuşması, güya yazılar, notlar bitmek bilmiyor... On beş dakika ayakta bekletiliyorum. Bu arada esas odadaki doktor belki de beş hastaya bakıp gönderiyor. Benimki padişah torunu olmalı... Bir naz, bir eda, bir çalım... Sorma gitsin... Ağzımı açsam, hiç ilgilenmeyecek belki de kovacak... Ağrım olmasa hakkımı aramasını iyi bilirim, şu an eline düştüm. Bana böyle davranırsa, zavallı halka ne eziyetler ediyor kimbilir. Hani elim yüzüm düzgün, biraz mürekkep yalamış görünüyorum. Üstüm başım da gayet şık...
Nihayet keyfi geliyor, telefon kapatılmadan eliyle gel yapıyor ve filmi üçüncü katta ortopediden Anıl Beye göstermemi söylüyor. Ayağımı sürüyerek asansöre kadar gidip üçüncü kata çıkıyorum. Uzun boylu, gayet yakışıklı, genç bir doktor geliyor hemen. Ne olduğunu soruyor, filmi inceliyor. Elime bakıyor. Dikkatlice sarıp ağrı kesici veriyor. Şayet şişme veya morarma olursa hemen filmle birlikte tekrar gelmemi tembih ediyor. Elim sarılınca biraz rahatlıyorum. Yavaş yavaş çıkışa geliyorum.
Güvenlikteki gençlerden biri, arabanın anahtarını uzatıyor. Arabayı kullanıp kullanamayacağımı soruyor. Diğer görevli de kırık var mı diyor. Hey Allahım, bakın dünkü çocuklar, ya da pek onları ilgilendirmeyenler sizinle yakından ilgileniyor ama hipoktrat yeminini ettiğini unutan bir hanım doktorumuz sizi dakikalarca karşısında ayakta bekletmekten zevk alıyor... Ne günlere kaldık.
Bir kurumda yanlışlar ile doğruları aynı kefeye koymuyorum ama elde olmadan üzülüyorum. Bir kişinin hatası rahatça genelleme yapmaya meydan veriyor. Ben oranın acil servis olduğunu sanırdım. Elbette sorumluluklarını yapanlara sözüm yok. İlgi gösterenlere yürekten teşekkürüm var. Zaten bu bir İNSANLIK görevidir. Yoksa doktor hanım gibi, diplomayı alıp da hasta ile dalga geçmek, gibi bir davranış biçimi olmamalıdır. Kişisel bir alıp veremediğimiz olmadığına, birbirimizi ilk kez gördüğümüze göre bu hasta düşmanlığını anlamış değilim. Mesleğinizi sevmezseniz bırakıp gidebilirsiniz... Zaten kimseye de faydanız yok... Bunlar etik davranışlar değil ve bir doktora da hiç yakıştıramadım,doğrusu...
İnşallah yolunuz acile düşmez...