Dünya Bankasının KKTC raporu haftalarca Uluslararası Kıbrıs Üniversitesinin hazırlamış olduğu “Gelişim Platformu”nda tartışıldı. Radikal reformların yapılması gereği hususları defalarca vurgulandı.
Bu gün, kanımca problemlerimizin temelinde yatan nedir sorusuna kendimin verdiği cevapları sizinle paylaşmak isterim. Popüler olmayacağımın da bilinciyle düşündüklerimi paylaşırken, sizlerden de kendi düşüncelerinizin neler olduğunu işitmekten de memnun olacağımı bildirmek isterim.
Bu reformları yapacak politik iradenin mevcut olmayışından yakınanlara katılırken, politik irade eksikliği yanında esas halkta da değişimin gerektiği inancının yeterince var olmadığı kanaatindeyim.
Kamu çalışanının ve emekli ordusunun bu kadar kabarık, düzensizlik düzeninden menfaat sağlayanların bu denli yoğun olduğu ülkemizde yapılması şart olan değişiklikleri yapmak için gerekli halk desteğinin bulunacağına kuşku ile bakmaktayım. Devletten çek alanların sayısına bakmak bile kafi.
Acı ve üzücü olan da bu zaten.
Otuz üç yılda kültürümüze yerleşen alışkanlıklara bir göz atalım.
Değer yargılarımız alt üst olmuş.
Hazıra alışmışlık var mı? Var.
Kazanılan hak geri verilmez iddiasını yasalaştırdık mı? Evet.
Vazife karşılığı olmayan bir “hak”tan bahsediyorum.
Görev anlayış ve sorumluluğunda, vazifesi başında olması gerektiği zaman evinden ayrılma, işinden ayrılacağı paydos saatinde ise evinde olma alışkanlığını sürdürebildiği gibi, hiç bir müeyyidenin de uygulanamadığına inanan bir kamu görevlisi mi değişikliği isteyecek olan şu bahse konu radikal reformları?
Yoksa yarım gün çalışmayı kendinde hak gören doktorlar mı?
Kendi öğrencisine bir müşteri gözüyle bakabilip de özel ders verebilen bir öğretmen reform ister mi?
İdeal öğretmenlerimiz yok demiyorum.
Merit sistemini ortadan kaldıranlar kim?
Yetenek ve üretkenliğe boş ver diyenler kimler dersiniz?
Politik Partilerin örgütlenmelerine bir bakalım.
Toplumu yüceltecek ilkeler etrafında mı toparlanıyor bu parti örgütleri? Bu ilkeleri yaygınlaştırmak ve onlara sahip çıkılarak politika üretmek ve yasal düzeni oluşturmak inancıyla ve amacıyla mı destek aranmakta? Yoksa menfaat sağlama karşılığında destek arama mıdır bu güne kadar sergilenen? Bu alışkanlığa “Dur” diyecek niyet dahi görünürde yok.
Halk arasında “Partiler arasında hiçbir fark yoktur. O koltuğa oturduktan sonra hepsi ayni” sözcüğünün yaygınlık nedeni de bu değil mi zaten?
Konuyu daha değişik boyutlardan bakarak yine bazı düşünceleri paylaşmak isterim.
Kişinin, karşılaştığı zorluklarla mücadele etmesi, onlara göğüs gererek, sebatı ve dirayeti ile onları yenebilmesi, moral ve ahlak kuralları çerçevesinde sorunlarını ortadan kaldırabilmesi, onun kişiliğini güçlendirdiği inancındayım.
Madalyonun diğer tarafını da düşünürsek, zorluklarla mücadele etme inisiyatifini göstermeden sorunların her zaman bir başkası tarafından halledilmesini bekleyenin ise güçsüz ve dirayetsiz kalmaya mahkum kalacağı neticesine ayni içtenlikle inanmaktayım.
Eş dostlarınız arasında dahi gözlemlemişsinizdir muhakkak. Eminim ki emsalleriniz de çok.
Birey için varit olanın, bir toplum için de geçerlidir diye düşünüyorum.
Bir de şunları düşünelim ve soralım diyorum.
*** “Topluma en çok faydalı olan şahıs topluma en fazla bağış yapan mı yoksa herhangi bir bağışa ihtiyacı olmayan bir toplum haline gelmesini sağlayabilen, bağışı lüzumsuz kılan mı”?
*** Karşılığını veremeyeceği hiçbir şeyi, yani bedavayı kabul etmeyen bir değer yargısına sahip olanlarımız mı, yoksa, “ Bedava varken niye öldürüneyim” diyebilenlerimiz mi çoğunlukta?
*** Bizde geçerli akçe olan, kişinin üretken, azimli, adil ve hür kişiliğe sahip olma gelişimini başarabilmesi ne kadar takdir ve taltif edilir? Gözlemlenen hangi yönde? Çoğunlukla böyledir deyebilir miyiz rahatlıkla ve tereddütsüz?
*** Üstün gayret ve özveri ile çalışmayı amaçlayıp da en iyiyi yaratabilen, üretebilen, ürettiğinin veya imal ettiğinin karşılığını, mükafatını görmeli mi?
*** Mağdur olacak olan kendim dahi olsa diyebilenimiz ne kadar?
*** Bunu yeğleyen, buna inanan bir toplum muyuz?
Değişimi istemenin de bir bedeli olduğu muhakkak ki olacaktır. Bunu göğüsleyebilme amacı temelinde yatan inanç ve inançlılığın genelde oluşumunu sağlamanın kaçınılmazlığıyla karşı karşıyayız.
Değişimi istememenin bedelinin çok ama çok daha büyük olacağı uyarısında bulunanlara içtenlikle katılırım.