Müteahhitleri Birliği Başkanı Cafer Gürcafer, kuzeydeki Kıbrıs Rum malları üzerine izinsiz inşaat iddiasıyla tutuklanan yabancı uyruklulara işaret ederek, tutuklamaların Kıbrıslı Türklere dönmesinin savaş sebebi olabileceği uyarısında bulundu.
Müteahhitleri Birliği Başkanı Cafer Gürcafer, kuzeydeki Kıbrıs Rum malları üzerine izinsiz inşaat iddiasıyla tutuklanan yabancı uyruklulara işaret ederek, tutuklamaların Kıbrıslı Türklere dönmesinin savaş sebebi olabileceği uyarısında bulundu. Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’a da seslenen Gürcafer, uluslararası görüşmelerin bir an önce başlaması gerektiği çağrısında bulundu.
Yani bir taraftan savaş ilan etmekten söz ederken diğer tarafta diyalogdan söz ediyor. Bir başka ifadeyle hem nalına hem de mıhına vuruyor.
Peki Müteahhitler Birliği’ne kendi üzerine düşen görevleri son 20 yıldır yerine getirebildi mi ki boyunu aşan bu akılları verebiliyor?
2005 yılında sektörün öncü isimleri, inşaatta gelen krizin ayak seslerine karşı uyardı. Ancak önlem alınmadı. 2008 yılında dünya çapında oluşan global krizde bu sektör büyük bir tokat yedi. Esentepe o krizin sonunda inşaat mezarlığına döndü. Mevcut şirketlerin yüzde 70’i battı. Müteahhitler Birliği’ne düşen vazife 2005-2006 yılında öngörülen bu krize karşı üyelerin uyarmaktı.
Ancak birlik, o gün batan üyelerine karşı hiçbir uyarıda bulunmadı.
2008 yılından sonra Müteahhitler Birliği nerede yanlış yaptığımızı araştırıp, bunun tekrarlanmaması için gereken yasaların çıkarılması konusunda devlete görüş belirtmeliydi. Ne yazık ki bu noktada da tek bir görüş bildirilmedi.
2015’te çıkan ülkesel fiziki planda yapılan tüm uyarılara rağmen Long Beach’te tehlikeli bir şekilde yüksek katlı binalar yapıldı. Müteahhitler Birliği bunu da önleyecek adımlar atmadı. Bu evler depreme dayanıklı temellerle mi inşa edildi? Bu konuda ne bir kontrol sağlandı, ne de bir açıklama yapıldı.
2018 yılında inşaat sektöründe büyük bir patlama yaşanacağı yine sektörün duayen isimleri tarafından söylendi. Dünyada yaşanan krizlerden dersler alınmıştı. Bizde ise gerekli emniyet supabı alınmamıştı. Müteahhitler Birliği arz talep dengesini koruyacak hiçbir hazırlık yapmadı. Kimseye yol göstermedi.
2019 yılında Mağusa İskele Yeniboğaziçi İmar Planı adı altında bir Rant Planı ortaya atıldı. Müteahhitler Birliği bırakın bu Rant Planı’nı önlemeyi, Şehir Planlama Dairesi ile birlikte bu plana adeta ön ayak oldu. Bölge beş altı büyük inşaat şirketine peşkeş çekildi. Tarım arazileri imara açıldı. Ellerinde imar izni olanların haklarını da ellerinden almaya çalıştılar.
Ancak dönemin Başbakanı Ersin Tatar, bu plana imza atmayarak hayata geçmesini önledi.
Yetmedi, geçen yılın ortalarında yapılan tüm uyarılara rağmen “geliyorum” diyen kriz görmezden gelindi.
Bir de üstüne üstlük Yabancılara Taşınmaz Mal Yasası’nda yapılan değişikliklere destek vererek inşaattaki krizin ekonomik krize dönmesinde vesile oldular.
Bugün hatalı olduğu herkes tarafından kabul edilen ama artık yabancıların güvenini kaybettiğimiz bir ortamda yaşadığımız bu sıkıntıların kaynağı Müteahhitler Birliği değil mi?
Buna rağmen Hükümet Kat Mülkiyeti ve Kat İrtifakı Yasası’nda yaptığı değişikliklerle kontrolü tamamen Müteahhitler Birliği’ne bıraktı.
Bu arada Müteahhitler Birliği Başkanı Gürcafer, ülkeye kaçak işçi getirmekle suçlandı. Polisin ortaya koyduğu ciddi iddialar şu an yargı aşamasında.
Şimdi de çıkıp “Tutuklamalar Kıbrıslı Türklere dönerse savaş çıkar” diyor.
Kıbrıslı Türkler tutuklanma korkusu yaşıyor.
Müteahhitler Birliği’nin bu durumda devlete “Verdiğiniz tapunun arkasında durun” diye çağrıda bulunması gerekmez mi?
Ancak Gürcafer hiç oralı değil.
Sayın Gürcafer’e şunu söylemek gerekir. Dünyada hiçbir mesele harp ile çözülmedi.
Ukrayna’da da Orta Doğu’da da yaşananlar ortada. Harp sorunları çözmek şöyle dursun daha da büyüttü.
Türkiye’nin dış politikasını ulu önder Mustafa Kemal Atatürk çizmiştir.
“Yurtta sulh, cihanda sulh” prensibi Türkiye’yi bugün uluslararası arenadaki en net pozisyonudur.
Gelelim mülkiyet meselesine…
Kıbrıs Türkü’nün evet dediği Annan Planı’ndan sonra Taşınmaz Mal Komisyonu kurulmuştu. Şimdi bu komisyon zamanında çalıştırılsaydı, mülkiyet sorunu çözülürdü görüşü ortaya konuyor.
Ancak realist olmak lazım. Ödenecek para milyonlar değil, milyarlarca sterlinle ifade ediliyor. Bu para nasıl bulunabilirdi?
Unutmamak lazım. Kıbrıslı Türkler Rum mallarını aldıysa bile bunun faturasını ödedi. Güney’de kalan Türk malları vardı. Rumlar yıllardır bu malları kullanıyor. İkinci Kıbrıs Türkü yıllardır ambargolar altında ezildi. Bunun da bir faturası vardır.
Dünya Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında adaya yardımda bulundu. Ancak Kıbrıs Türkü bu cumhuriyetin dışında bırakıldığı için bu yardımdan hiç faydalanamadı. Paralar hep Rumlara gitti.
Rumlar da son 50 yıldır Kıbrıs Türkünün hakkını yedi.
Peki bunlar nasıl çözülür?
Elbet de harp ile değil. Bu tezi masaya oturarak ortaya koyabiliriz.
Şu anda görünen Türkiye’nin dış politikası da bu yöndedir. Son dönemlerde yaşanan Türkiye-Yunanistan yakınlaşması da bunu en önemli delilidir.
Türkiye bizi bu amaca götürecek aktörler üzerinde mi çalışılıyor?
Bunu da önümüzdeki bir yıl içinde izleyip göreceğiz. Bizden söylemesi…