Her Salı ADA FM’de 18.00-19.00 arası Yusuf’la Başka Denizler (Other Oceans With Yusuf) adlı radyo şovuyla aşk, hayat ve ruhla ilgili işe yaramaz konulara değiniyorum. (İsteyen www.adatv.tv adresinden radyoyu tıklayıp canlı dinleyebilir.)
Geride bıraktığımız hafta, bir çeşit Michael Jackson’u anma gibimsi bir program yaptım. Çaldığım Jackson parçalarından birinin adı da, “Who is it?” (Kim o?) idi. (Ki bu parça benim en sevdiğim şarkısı denebilir.) Parça çalıyorken, farkına vardım ki yüzleştiğimiz en karmaşık soru: “Kim o?” sorusuydu.
Soru oldukça basit ve yalın görünüyor ama aslında öyle değil.
Birine “kim o” diye sormak kolaydır ve soruya muhatap olan kişi aydınlanma-kendini bulma yolculuğunu tamamlamış veya o yolda olan biriyse, yani gerçeklik hakkında birşeyler biliyorsa, bu soruya verebileceği cevap hemen hemen yok gibidir.
Çok ilginçtir ki birçok kültür “kim o?” sorusuna hemen hemen aynı yanıtı verir… Eğer soruya muhatap kişi, soruyu soranı tanıyorsa, cevabı: “Benim” olacaktır. Eğer muhataplar birbirini tanımıyorsa bu defa cevap mesleki tanımlamayı içerir.
Bunu birkaç örnekle açıklamaya çalışayım ki konu daha net bir hal alabilsin:
Diyelim ki kapı çalındı ve içeriden “Kim o?” sorusu geldi. Kapıdaki kişi tanıdıksa “Benim” diye yanıtlayıverir. Eğer tanıdık değilse, “Pizzacı, postacı, tamirci gibi mesleki tanımlama gelir.”
Fakat, “Kim o?” sorusunun en karmaşık soru olduğunu lütfen aklınızın bir köşesine not edin.
Bu soruyu aydınlanmış, gerçeklikle yüzleşmiş veya o yolda olan birine sorduğunuzda alacağınız yanıt kesinlikle sizi sarsacak ve şok edecektir.
Uyanma sürecinde olan veya onu tamamlanmış kişiler kafanızı tamamen karıştıracak bir cevap vereceklerdir. Bu tür insanların cevabı öyle bir cevap olur ki, size yanıttan çok, bir sorunun bumerang gibi üzerinize doğru geldiğini hissettirir.
Söz konusu kişiler, “Kim o?” ya da “Sen kimsin?” sorusunu genelde “Bilmiyorum” veya “Hiçbir fikrim yok” diye yanıtlarlar.
Bu konuyla ilgili gerçekten çok güzel bir hikaye var. Bir zamanlar Beyazıt adında büyük bir üstad vardı. Gerçekten aydınlanmış ve insanlık tarihi boyunca çok az karşılaşabildiğimiz saflıkta bir yaşam formuydu. Bir gün dergahının arazisinde ağaç dikmekle uğraşırken birileri onu ziyarete geldi. Gelenler Beyazıt’ı tanımıyordu. Bu yüzden bahçede ağaç dikmekte olan adama (ki kendisi bizatihi Beyazıt’tı), “Biz Beyazıt’ı görmeye geldik. Kendisini nerede bulabiliriz?” diye sordular. Beyazıt, onlara çok net ve komplike bir cevap Verdi: “Ahhh… Kendisinden haber alamayalı o kadar uzun zaman oldu ki… Öyle bir durumda ki kendisi, artık kendisi bile kendisinden haberdar değil. O yüzden onunla tanışma fikrini unutsanız iyi olur. Ama isterseniz ben buradayım onun yerine benimle konuşabilirsiniz.”
Misafirlerin kafası epey karışmıştı böyle bir teklifin üzerine sormak ihtiyacı hissettiler: “Peki siz kimsiniz?”
…Ve Beyazıt o şok edici yanıtı verdi: “Ben, sizin aradığınız Beyazıt’tan geriye kalanım…”
Gerçekliği bilen birine soru sorduğunuzda sizi nazikçe yanıtlarlar ama bu yanıt daha çok başka bir hedefe yönelmiş bumerang gibi size geri döner.
Peki bu tür insanlar neden böyle yaparlar?
Gerekçesi çok basittir: Soruları yanıtlamayı severler ama sorulan soruların doğru yanıtları olabilmesi için sorunun da doğru sorulması gerekmektedir.
Bir üstteki paragrafın kafanızı karıştırdığından şüphem yok. Fakat bunun üzerinde biraz düşünmenizi tavsiye ederim. Bu şekilde otomatik olarak kısa bir süre içinde, “Kim o?” yerine, “Ben kimim” diye sormaya başlayacaksınız ve o andan itibaren hiçkimseye “Kim o?” sorusunu sormak ihtiyacını hissetmeyeceksiniz.
Bu defalık bu kadar…
Hepinizi seviyorum…
Her nerede ve her kim olursanız olun.