YAŞADIĞINIZIN FARKINA VARIN

Bana sorarsanız yaşamak öyle tatlı bir şey ki! Yemeğinize kattığınız tuz kadar lezzet artırıcı… Size sadece işin farkına varmak kalıyor.

Bana sorarsanız yaşamak öyle tatlı bir şey ki! Yemeğinize kattığınız tuz kadar lezzet artırıcı… Size sadece işin farkına varmak kalıyor.

Yaşamanın anlamı bence insana, kendi dışınızdakilere, başkalarına verdiğiniz değerdir. Değer verdikçe değerlendiğinizi görürsünüz...

Farkına vardıkça yardımlaşırsınız. Yardımlaştıkça gerisi gelir. Kenetlendikçe de güzel işler başarırsınız. Güzel insanlar olursunuz o zaman...

Toplumlar, bireyleri birlikte hareket ettikçe güçlenecektir, inanırım.

Yaşamın tadını damağınızda hissetmektir farkındalık.
Kana kana içilen suyun derin hazzıdır.
Çevrenizde olan bitenin farkına varıp keyifle yaşamaktır.
Sevinçlerinizi ikiye katlamaktır.
Paylaştıkça çoğalmaktır.

Yaşamın içinde duruşumuz ne kadar önemliyse, farkındalıklarımız da en az o kadar önemlidir. Aslında başarılarımızın temelinde de o vardır.

Aydınlık yarınlar umalım yüreklice…

ÇOCUK - SEVDA

basma perdelerde kaldı çocukluğum
çocuk sevdalarımsa
güllerinde...

karanfiller dizili pencereler
guguk kuşunun kanadında
umutlar...

gülümseyişlerim
güneş saklı bulutların arkasında
yağsam mı yağmasam mı
diyen damlalarda...

şimdi düşüverecekler kirpiklerimden
masalımsı yazsonu düşlerim
bir de
taşıyamadığım yeni yetme sevdalar...

Ayşe TURAL

SUAĞACI ( ya da SUVACI )

Bizler kasaba çocuğuyuz. Karabiga’da doğmuşum, çocukluğum Biga’da geçti.

Yaz tatillerimizi de biz üç kızkardeş Karabiga’da oturan dedemiz Recep TURAL, amcalarım Osman, Mustafa Tural ve halamız Fecriye, aileleri ve tüm yeğenler birlikte geçirirdik.

Tarlalar, bağlar, bahçeler ve deniz hep bizimdi. On altı torun “ Bremen Mızıkacıları” gibiydik.

Yaz gecelerinin harmanları yıldızların altında masal alemi gibiydi. Mısır soyma, gündöndü pataklama sırasında söylenen maniler, atışmalar, türküler arasında uykuya daldığımız çok olurdu. Çoğumuz eve yakın olan harmandan kucakta götürülür, yataklarımıza yatırılırdık.

Biz böyle ortamlarda büyüdük. Küçük kasabalar, tatillerde gidilen akrabalarımızın yaşadığı çevre köyler…

O günleri hatırladıkça gözlerim doluyor, burnumun direği sızlıyor.

Atalarımızın köyü Biga- Yenimahalle köyüydü. Sinekçi’yi geçtikten sonra ( sanırım bir iki dönemeçten sonra) sağa dağlara doğru çıkılırdı. Tepede kayaların eteğindeki köydü.

Köyün hemen girişinde Fatma teyzemizin evi vardı. Daha kapıdan girerken ona koşardım. Ya avluda elinde bir çubukla tavukları kışalar ya da ocak başında çorba pişirirdi.

Beni görünce kollarını açar, sıcacık kucaklayarak bağrına basardı. Yüzümü gözümü, saçlarımı öperdi. “ Mari kızanım seni aç mı bırakıyor bunlar..” diye söylenirdi.

Hemen dışı isli tava ocağa konur, alevler onu sararken tereyağı cızırdar, bir kaşık unu kavurup içine yumurta kırıverirdi. KARIŞTIRMA denilen doyurucu bir yemek olurdu. Son derece besleyici. Güzelce karnımı doyurmadan beni oyuna salmazdı.

( Rahmetli olduğunda ilkokula gidiyordum. Öldüğüne beni inandıramamışlardı. Günlerce aklıma geldikçe ağladım.)

Avlular birbirine bitişik. Çocukları, gelinleri, torunları hep aynı yerde ayrı evlerde yaşardı.

Zaten neredeyse bütün köy hısım akrabaydı. Bulgaristan’dan göçüp gelince ( 1878 Osmanlı - Rus savaşı sonrasında ) buraya yerleşmişler ve uzunca bir süre dıştan gelin almamışlar, kızlarını da dışarıya vermemişler.

Yine de büyüklerimiz evliliklerde 7 göbek kuralına dikkat ederlerdi. Çocuklar sakat doğmasın diye. Bu konuda annemin babası Kamber Mehmet’ e ( Mehmet Ağa)
mutlaka danışılırdı. Kim kime akraba hepsini tarihleriyle o bilirdi.

Kamber Mehmet dedem köyünü çok severdi. Ölünceye kadar bozulan yolu, su boruları, mezarlık, cami ve köy okulu onu hep ilgilendirdi. Birkaç gün köyde kalır, birilerini bulup birlikte tamir ederdi. Bir taş yerinden oynasa bilirdi. Nur içinde yatsın…

Herkes birbirine seslenip haber verirdi geldiğimizi. Köyde bayram havası eserdi. Herkes evinde ağırlamak isterdi. Akraba çocuklarıyla girmediğimiz tavuk kümesi, peşine düşmediğimiz civciv, ördek yavrusu kalmazdı.

Nerden nereye derler ya hani… GURUR DUYUYORUM.

İki ucuna kova ya da SU BAKIRI takılan ağaçtan
yapılan bu gerecin adı SUAĞACI ( biz Bulgaristan muhaciriyiz biz SUVACI deriz) sokak çeşmesinden su eve böyle taşınırdı.

O günleri görüp mutlulukla yaşadık hayatı çok sevdik insana değer verdik.

İYİ Kİ o zamanları da gördük.

AŞK ACITIYOR

sevmek
delice ve tutkulu...
damla damla süzülür
çöreklenir acılar
yüreğin en derinine...

ayrılıkları öğrenmek güçtür
her derste...
sıkışır yüreğin
titrer gönül telin...

aşk acıtır
bir vurgundur
okyanusların en derininde...

elvedalar nedense
her aşkta bir defadır
biletler tek gidişe kesilir...

aslında sen
dönüş ülkem olmalıydın
tam da öğrendiğimde
sensiz düşünmeyi...

yüreğimin kırlangıç kanatları
çoktan kırılmış
aşk inadına acıtıyor
ayrılık varsa...

Ayşe TURAL

OKUDUKÇA

Okumak öğrenmenin ilk adımıdır ya hani… Okudukça bilgileniriz elbette…

Yaşama bakışımız, onu algılayışımız değişir okudukça. Neleri öğrendiğimizden çok neleri daha bilmediğimizi anlarız. Ne çok öğrenmem gereken şeyler varmış meğer, diye düşünmeye başlarız.

Aslında ben çapraz okumayı severim. Çapraz okuma diye bir şey var mı bilmiyorum ama şu anda öyle bir şey geliverdi dilime…

Okuduğum her neyse o yazıda ilgimi çeken şeyi hemen arayıp bulurum. Hatta yazının ortasında bile bırakır, merak ettiğim şeyi öğrenir yazıyı okumayı sürdürürüm.

Bazen de o konuyu not alır, okumam bittikten sonra hemen onu arar bulur, merakımı gideririm.

En iyi öğrenmenin sizde merak uyandırdığı, ilginizi çektiği an olduğunu yılların öğretmeni olarak çok iyi bilirim. Sınıfta da soru soran öğrenciye her şeyi bırakıp o konuda bilgi vermeyi öncelikli olarak yaparım.

Okuma ve yazma saatlerim de genellikle sabahın ilk ışıklarını karşılamaya yakın olur.
Gün içindeki birkaç saatlik programlarımı da buna göre ayarlarım. Elbette yaz kış öğle uykumu (siesta) kimse için feda etmem.

Bu sabah da ara ara okuduğum İSTASYON Dergisinin 2021 yılının 9. sayısı elimde.

Önce Tarık Günersel’in Halil İbrahim Özcan tarafından kaleme alınan röportajını okuyorum. Sayın Günersel ile tanışmamız sevgili Feyzan Korur sayesinde olmuştu. Kıbrıs’a kendi ve eşi geldikçe de görüşme fırsatı yakalıyoruz.

Bu adı duydunuz ama tam olarak çıkaramamış olabilirsiniz. Hemen Google’a bakın. Siz onu “ 21 Mart Dünya Şiir Gününü “ yaratan kişi olarak biliyorsunuz. Kendileri bugünü UNESCO’ya sunan ve onaylatandır.

Başka ne var?
Haydi bir güzellik yapayım size ve kısacık bir tanıtımını da ekleyeyim.

Keyifli okumalar size… Şimdi ben kendi ormanıma dönüp dergiden bir başka yazı seçip okuyacağım. Sıradaki Kırgız Türk yazarı Cengiz AYTMATOV.

Öğrenin bakalım Tarık beyi…
TARIK GÜNERSEL

( d. 27 Haziran 1953, İstanbul), Türk şair, öykücü, aforist, denemeci, librettist, çevirmen, dramaturg, oyuncu ve yönetmen.

Doğum
27 Haziran 1953 (71 yaşında)
İstanbul, Türkiye
Meslek
Şair, yazar, çevirmen, oyuncu
Milliyet
Türk
Eğitim
İstanbul Üniversitesi
Resmî site
tarikgunersel.com
Opera, tiyatro, sinema, edebiyat gibi pek çok alanda çalışan çok yönlü bir sanatçıdır. 2007-2009 döneminde Dünya Yazarlar Birliği PEN'in Türkiye Merkezi Başkanı olarak görev yapan sanatçı, 2010-12 yıllarında Uluslararası PEN'in Yönetim Kurulunda görev yapmıştır.[1] İstanbul Şehir Tiyatroları'nda uzun yıllar dramaturg olarak çalışan sanatçı Perry Anderson, Samuel Beckett, Tim Burton, Arthur Miller, Václav Havel ve William Shakespeare gibi pek çok yazarın eserlerini Türkçeye çevirmiştir.

ŞEBBOY KOKUN

güneş
uslu bir çocuk gibi sakin
ısıtıyor içimi...

düş kırıklarım
yürek yakısı olsa da
zararı yok
ruhumun ateşböcekleri
bırak sevinsinler...

bakışların
yüreğime
şiirler bırakır usulca...

leylak rengi akşamlarda
şebboy kokun olabilirim...

Ayşe TURAL

DUVARA MONTE ÜTÜLER OLMALI

Biliyorsunuz her pazartesi sabah saat 11.00-12.00 arası ADA TV. de
“ Ayşe TURAL’LA Ada Sanat” programım var.

Günler öncesinden hatta aylar öncesinden günün konuğunu bilirim. Randevu alınmış, neleri hazırlaması gerektiği anlatılmış, kanalla bağlantı telefonları hep verilmiştir.

Yayın gününe birkaç gün kala da uygun görürsek kahvemizi içip neler konuşacağımızın üstünden geçmişizdir.

Hazırlıklarımı önceden yapmayı severim. Giyeceğim, götüreceğim kitaplar ( varsa) notlarım…

Ütü konusunun her zaman daha pratik olmasından yanayım. Şimdi elinizle tutup kıyafetinizi yaklaştırdığınızda ( ütü masasına gerek yok) hemen ütüleyenleri var. Ancak orada elinizin bileği çok yorulur.

Bence duvara monte boydan buharlı ütüler olmalı. Giyinip karşısına geçin, elbiseniz üstünüzde ütüleniversin.
Ya da askıda sallayın ütülensin…
Nasıl fikir
Yaşasın aklımı seveyim.

YAĞMUR- GÜNEŞ- ÇOCUK

YAĞMUR çiçeğe bayıldı
öptü, alnına koydu...

GÜNEŞ evreni kucakladı
bengisu karıştı denizlere...

ÇOCUK başını kaldırdı
' Yaşamı seviyorum...' Dedi...

Ayşe TURAL

Hepimize mutlu hafta sonları diliyorum.

Bu haber 663 defa okunmuştur

:

:

:

: