Hey ! gün ışığı
bu sabah ışığınla
önce günaydın de bana
ısıt içimi...
ardından
mutlu gülüşler bırak yastığıma
bir avuç da kır çiçeği ekle...
kollarımı açıp
kucaklarken yaşamı
sevgiyi çoğalt yüreğimde...
pamuk yığını bulutlara
kanat çırparken kırlangıçlar
karıncaların türküsünü duyur bana...
nefes alırken evren
derinden derine
şükretmeyi hatırlat emi...
Ayşe TURAL
HAYATIN GİZEMİ
Her sabah uyandığımda yaşam sahnesine - benimle birlikte - binlerce hatta milyonlarca insanın adım attığını düşünürüm. Çok heyecanlanırım...
Güne hevesle başlayanlar... İsteksizce hayata karışanlar... Başrole soyunanlar...
Bazen kocaman dünyanın benzerini kurmaya çalışırız küçücük dünyamızda... Kimi zaman da birbirimizi seyrederek günlük oyunlarımıza başlarız...
İşte tam da bu noktada şaşar kalırım... Kurulmuş minik oyuncaklar gibi uygun adımlarla gruba katılırız... Ya da alıp başımızı büyük bir cesaretle kendi oyunumuzu yazıp oynarız...
Sanırım HAYAT bu gizemli tarafıyla bizi büyüler...
GÜNAYDINIM
günaydınım
günler aydınım
yüzü güzelim
ipeğim
tezgahlarda saçı dokunanım...
ışığım
gün ışığım,
güz ışığım
aşığım
parlağım, yanardönerim...
ayım,
ay ışığım
dolunayım
döne dolana
aşkına yandığım...
günüm gecem
dünüm bugünüm
gecemin beyazı
gözümün karası
iki gözüm...
günaydınım
günü aydınım
yoluna
yer ile yeksan olduğum...
Ayşe TURAL
BAŞKALARINA AKIL VERİRKEN
Bu akşam gündelik işlerim bittikten sonra kucağıma taze fasulye tepsisini alıp televizyonun karşısına geçtim.
Fasulyeleri ayıklarken “ Güven Bana” yarışmasını izleyeceğim. Bakalım kaç soruya takılmadan yanıt vereceğim.
Aklımız anda kalmayı sevmez. Ne yaparsanız yapın düne ya da yarına kaçıverir.
Bu sabah sağ gözümü oğuşturarak uyandım, o da ne bir de acıyor edepsiz… Uyku sersemi aynaya bakıyorum. Gözümün içi kıpkırmızı, alt göz kapağımda da bir ARPACIK… Ben geldim, diyor…
Allah Allah bu davetsiz misafir de nerden çıktı şimdi? Ben davetiye filan yollamadım ki! Üstelik ömrüm boyunca belki bir kere arpacık çıkmıştır gözümde. Onu da ben hatırlamıyorum bile…
Neyse işi gücü bırakıp sabahın köründe GİRNE Akçiçek Hastanesinin acil servisine giriyorum, bir telaşla… Kahvaltı bile yapmadım, acele bir bardak süt içtim.
Ortalıkta kimseler yok. Ara kapının camını tıklatıyorum, hemen bir hemşire açıyor. İngilizce neyiniz var, diyor. Türkçe cevabım hazır. 😀
Gözümü gösteriyorum. Belki akşam nöbetçi doktor göz doktoru çıkıverirse diye… Hayır diyor kızımız ama hemen polikliniğe yönlendiriyor. Kapıda bekleyin, ilk sizi alırlar diyor.
Vizite 9.00’da başlıyor. Saat 7.30 bile olmadı ki! Kapıda dört tane göz doktorunun adı yazılı. Hiçbirini tanımıyorum.
Erken uyandıklarını bildiğim iki arkadaşıma da mesaj çekiyorum. Akıl danışmalıyım. Elbette işi sağlama alıyorum. Gülçin’in gelini göz doktoru Firuzan Bardak…
İki dakika sonra Gülçin arıyor. Orada bekleme hemen PANDEMİ hastanesine gel, Firuzan’a haber veriyorum, diyor. Aceleyle arabama atlayıp soluğu Lefkoşa’da alıyorum.
Hastaneye dönen sol şerit uzayıp gidiyor. Bütün hastalara iyileşsinler diye dua ediyorum. Yola devam… Park alanında bir yer buluyorum sonunda. Sağlıklı insan kadar neredeyse hasta var. Bunu ancak buralara gelince anlıyor insan.
Girişte işlemimi acele yaptırıyorum, doktorum bekliyor diyorum. Sevgili Firuzan bölümün kapısında karşılıyor beni. İçim ferahlıyor. Şimdiden iyileştim bile…
Emin ellerde olma duygusu bu…
Yıllar önceki bir kitabımda yer alam yaşanmış öykünün kahramanı “ Ayşe Teyze Yama Ne Demek?” diye soran DENİZ kızımın annesi Firuzan Hanım…
Deniz şimdi Tıp Fakültesi 4. Sınıf öğrencisi… O yıllarda kolej öğrencisiydi. Yıllar nasıl da geçiyor!
Hemen muayene masasına oturuyorum. Doktorum: Ya stres yaptınız ya da uykusuz bir iki gece geçirdiniz, diyor. On ikiden vuruyor elbette. Cumartesi gecesi festivalde telefonumu masadayken fark etmeden yere düşürmüştüm ya!
Böyle durumlarda karşımızdakini sakinleştirici sözler söyleriz. Dert etme… Yenisini alırsın… Oldu bir kere…
Bu olayda da aşırı bir stres yapmadığımı zannetmiştim ama kazın ayağı öyle değilmiş işte…
Doktor, yılların el çabukluğu ile iltihaplı kısmı hemen temizliyor, bir göz damlası ile iki ayrı merhem yazıyor. Altı saat ara ile yapmam gerekenleri sıralıyor.
Teşekkürlerimi dizerek ayrılıyorum yanından…
Yolda içim rahat… Eczaneden geçip eve geliyorum. Gerekenleri hemen yapıyorum. Kahvaltımı edip uzanıyorum. İki saate yakın bir uyku çekiyorum.
Uyandığımda gözüm daha az sızlıyor. Gözümün içindeki kırmızılık da hafiflemiş. Şükürler olsun…
Neremiz ağrırsa CANIMIZ ORDADIR derler ya hani! Aynen öyle… Her işin başı sağlık gerisi boş…
Stres yapmayın…
Uykusuz da kalmayın…
Anlaştık mı?
( Elbette bu arada yemek de pişti; ellerime sağlık…)
UMUDA YOLCULUK
dokunulmamış sevgiler
inci çiçeği
deniz dibinde
midye sedefi bir yürek...
açar açmaz
güneşe gülümseyen papatya...
içimin ırmağında bir serseri mayın
geceye inat
yanıp sönen ateşböceği
umutlarım gökyüzünde uçurtma
çoğalmanın coşkusu yürekte...
dinle bak!
ruhum İzmir akşamlarını
soluyor derinden derine...
erguvan renkli havuzda Haşim
geçmiş zamanları dinliyor...
yaşamın sarhoşluğunda
binbir renk, binbir koku...
yüreğim
filizkıran fırtınalarından uzak
yamalarını
bir iyice saklayıp
sığınmış limanına
hüzünlü gözlerinin...
akşamlardan herhangi bir akşam işte
içimde dünden kalma şaşkın bir telaş
bir / yeniden bulma/ sevinci sanki
kaybedilenlerin yerine...
gecenin mavisinde buğulu dolunay
umuda yolculuğa uğurluyor beni
aydınlık yarınlara..
Ayşe TURAL
BEYARMUDU
POLİS KARAKOLUNA
SONSUZ TEŞEKKÜRLERİMLE
Hayatın hayhuyu içinde güzelliklerin yanı sıra aksilikler de yaşanabiliyor elbette…
Dünkü paylaşımlarımda Beyarmudu Belediyesinin her yıl bir öncekinden renkli olarak gerçekleştirdiği PATATES FESTİVALİ etkinliklerine yer vermiştim.
Konser sonrası Kafkas, Altınay ve Aksal aileleriyle TOMBALA çekilişine katıldık, fotoğraflar çekip güldük eğlendik. Gece yarısından sonra evlerimize dağıldık.
Eve geldiğimiz zaman telefonuma el attım. Yoktu… Aman Allahım herhalde fark etmeden masadan yere düşürmüş olabilirdim.
Sevgili Cem Kafkas, belediye görevlilerinden birine ulaştı, kalkıp festival alanına gitti. Yoktu.
Telefonun içindeki bilgiler önemliydi. Fotoğraflar, yazılar ve yorumlarınız… Ne yapacağımızı şaşırdık. O saatte başka birini rahatsız etmek mümkün değildi.
Derhal Turccell’i arayıp durumu bildirdi Cemciğim. Önlem alındı. Arama yapılamaması için… Gel gör ki hepimiz huzursuz olduk.
Sabah erkenden uyanıp geceden yaptığımız program gereği, Altınay ailesine gittik. Sevgili Levent Altınay ( Rahmetli Mehmet Altınay’ın oğlu) derhal önce belediyeden bir görevliyi, ardından polisi aradı.
Diğer yandan da Cevher Aksal, arabasına atlayıp polise haber vermeye gitti. Aynı anda telefonumun poliste olduğunu öğrendik.
Dünyalar benim oldu. Yaşadığınız topraklardaki insanların dürüstlüğü, bulanın hemen telefonu alıp karakola teslim etmesi hepimizin duygulandırdı ve gururlandırdı…
Düşünün ki dört- beş bin belki de daha çok kişinin bir arada son derece çağdaş bir biçimde eğlendiği bir alanda her şey istenirse ne kadar dürüstlük içinde sürdürülebiliyor.
İnsanımla, Beyarmudu Köyü ve çevresinde yaşayanlarla, Belediyesiyle, çalışanıyla ve POLİS KARAKOLU ile sonsuz gurur duydum. Gözlerim yaşardı. Göğsüm kabardı.
Beş dakika içinde polis karakolundaydık. Amiriyle, çavuşuyla, gencecik, yakışıklı polisleriyle her an görev başında bulunan ekiple tanıştık.
Varandaş olarak böyle bir ekibin insanın yanı başında olduğunu bilmesi kadar
HUZUR VERİCİ bir şey olamaz.
BEYARMUDU Polis Karakolu
Karakol Amirine, karakol çavuşuna ve genç polislerimize MİNNETLE teşekkür
ediyorum. Bir başka gelişimde onları ziyaret etmeye söz veriyorum.
Hatta memleketim ÇANAKKALE ile ilgili gezi düşüncelerini bile konuşuyoruz.
Telefonumu bulup getiren vatandaşımıza, görevini ciddiyetle yürüten değerli polislerimize ve Beyarmudundaki aileme sonsuz teşekkürler ediyorum.