Seçim yaklaşırken Kıbrıs’ta maalesef gazetecilere yönelik tehditler artmaya başladı. Sandık tek başına demokrasiyi ayakta tutmaz. Vatandaşın bilinçli tercihi için özgür basın şarttır. Basının sesi kısılırsa, oy pusulaları da değerini yitirir. Seçim, yalnızca kimin kazandığını değil, toplumun nefes alıp alamadığını gösterir.
Seçim atmosferi ısındıkça Kıbrıs’ta gazetecilere yönelen tehditlerin arttığını görüyoruz. Oysa sandık, tek başına demokrasiyi ayakta tutamaz. Halkın sağlıklı bir tercih yapabilmesi için basının özgürce çalışabilmesi gerekir.
Winston Churchill demişti bir zamanlar, “Demokrasi, zaman zaman denenen diğer tüm yönetim biçimlerinden daha kötü olabilir; ama insanlığın şimdiye kadar keşfettiği daha iyi bir rejim yoktur.”
Bu cümlenin büyüsü, demokrasiyi kutsal bir mertebeye çıkarmasında değil; hatalarına rağmen hâlâ tek çıkış kapısı olmasında.
Peki biz bu çıkış kapısını nasıl koruyoruz? Sandık günü gelip oy atmak yetiyor mu? Yoksa demokrasiyi her gün besleyen, eleştiren, denetleyen basın olmazsa sandık da bir “kutudan” öteye geçemiyor mu?
SANDIK SADECE SONUCU GÖSTERİR
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde 19 Ekim’de halk sandığa gidecek. Beş aday var, her biri ayrı önemde elbette. Kimi coşkulu kalabalıklarla, kimi daha mütevazı yürüdü. Bayraklar dalgalandı, sloganlar atıldı. Hepsi güzel. Ama şunu sormak lazım: Sandıktan çıkan sonucun gerçekten anlamlı olabilmesi için gereken koşullar hazır mı?
Seçim sadece “kimin kazandığı” meselesi değildir. Aynı zamanda “kaybedenin de onurla sahneden çekilebilmesi”dir. Rakibe saygı gösterilmediğinde, kaybedeni düşman gibi görmeye başladığımızda, sandık sadece galip ilan eder ama demokrasiyi inşa etmez.
ÇEKİÇ ELDE DOLAŞAN SİYASETÇİLER
Seçim havasına girildiğinde, farklı görüşler ve eleştiriler nedense çivi gibi görülmeye başlıyor. Böyle bakıldığında da siyasetin dili hızla çekiçe dönüşüyor. Oysa her sallanan çekiç, hedef alınan o “çiviyi” susturmakla kalmıyor; demokrasinin iskeletini de gevşetiyor.
Siyaset kelimeyle yapılır; çekiçle değil. Kelimeler ikna eder, ufuk açar, yan yana durmayı öğretir. Çekiç ise kaba sözler, yakışıksız tehditler, hoyratça aşağılamalar ya da sokak ağzıyla söylenmiş küfürler hâline geldiğinde sadece siyasetin seviyesini düşürür. Geriye de kırık dökük bir dil ve çatışmadan beslenen bir gürültü kalır.
BASINI SUSTURMAK, TOPLUMU KÖRLEŞTİRMEK
Gazetecilere yapılan saldırılar hafızamızda hâlâ taze. Kutlu Adalı’nın katledilişi, Uğur Mumcu’nun bombalanan arabası, Hrant Dink’in o talihsiz gün Şişli’de yere düşen bedeni… Bunları unutabilir miyiz?
Kıbrıs’ta Afrika Gazetesi’ne yönelik saldırıyı, Yenidüzen, Kıbrıs ve Ortam’ın yaşadığı baskıları, Ali Kişmir’in bir yazı yüzünden yargıya sürüklenmesini, daha dün Canan Onurer ve Hüseyin Ekmekçi’nin tehdit edilmesini unutabilir miyiz? Bir ülkede basın korkutulur, bezdirilirse, halkı nasıl bilgilendirecek, vatandaş özgür tercihini nasıl yapacak?
DEMOKRASİ BASINLA NEFES ALIR
Sağlıklı çağdaş demokrasiyi ayakta tutan şey sadece oy pusulası değildir. O pusulayı dolduracak bilincin oluşması gerekir. Bu bilinç ise özgür basın sayesinde şekillenir. Eğer basın susturulursa, seçim tiyatroya döner. Vatandaş da figüran olur.
Uluslararası Gazeteciler Federasyonu boşuna söylemiyor: “Özgür basın olmadan, demokrasi olmaz.” Çünkü basın, demokrasinin nefesidir.