Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 80. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmayla bir kez daha Kıbrıs Türk halkının sesini dünyaya duyurdu.
Artık neredeyse bir gelenek haline gelen bu çağrılar, yalnızca Türkiye’nin değil, aynı zamanda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de haklı mücadelesinin bir parçasıdır.
Erdoğan’ın “Uluslararası toplumu KKTC’yi tanımaya, diplomatik, siyasi ve ekonomik ilişkiler kurmaya davet ediyorum” sözleri, Doğu Akdeniz’de dengeleri derinden etkileyecek stratejik bir çıkış olarak kayda geçti.
Cumhurbaşkanı’nın altını çizdiği en önemli noktalardan biri de Kıbrıs Türklerinin yarım asırdır maruz bırakıldıkları haksız izolasyon olmuştur.
Uluslararası toplum, Rumların siyasi baskılarına boyun eğerek, Kıbrıs Türk halkını adeta cezalandırmakta, hak ettiği insani ve siyasi haklardan mahrum bırakmaktadır. Oysa gerçek açıktır: Kıbrıs adasında iki ayrı halk ve iki ayrı devlet vardır. Türk tarafı, azınlık olarak kabul edilmeyi hiçbir zaman içine sindirmemiştir ve bundan sonra da sindirmeyecektir.
Erdoğan’ın konuşması federasyon modelinin de net bir biçimde rafa kaldırıldığını göstermiştir. Yarım asırdır sürdürülen ve defalarca masada denenmiş bu model, Rum tarafının uzlaşmaz tutumu nedeniyle artık tüketilmiş, anlamını yitirmiştir.
Rum yönetimi, her seferinde federasyon adı altında Kıbrıs Türklerini “sözde ortak” ama fiiliyatta “azınlık” konumuna sürüklemek istemiştir. Bu noktada Türkiye’nin ve KKTC’nin duruşu berraktır: Çözüm, iki ayrı devletin eşit egemenliği üzerine kurulmak zorundadır.
Bu açıklamalar, yalnızca diplomatik bir çağrı değil, aynı zamanda tarihi bir duruştur. Çünkü Türkiye, art arda üçüncü kez aynı noktayı vurgulayarak, dünyaya kararlılığını göstermiştir. Bu da Ankara’nın bundan sonra atacağı adımların tesadüfi değil, stratejik bir yol haritasının parçası olduğunu gösteriyor.
Elbette bu noktada Kıbrıs Türk siyasetine de önemli bir görev düşmektedir. Türkiye’nin kararlı duruşu, KKTC’deki siyasi irade tarafından da güçlü bir şekilde desteklenmelidir. Zira uluslararası alanda verilecek mücadele, yalnızca Ankara’dan değil, Lefkoşa’dan da yükselmelidir.
Bugün Kıbrıs meselesi, sadece bir ada sorunu değil, aynı zamanda Doğu Akdeniz’in güvenliği, enerji politikaları ve bölgesel dengelerle doğrudan bağlantılıdır. Erdoğan’ın BM kürsüsünden verdiği mesaj, Kıbrıs Türk halkının artık görmezden gelinemeyeceğini haykırmaktadır. Bu ses, er ya da geç uluslararası toplumda yankı bulacak, Kıbrıs Türklerinin meşru haklarının kabulüyle sonuçlanacaktır. Bizden söylemesi…