19 Ekim 2025 tarihinde Cumhurbaşkanlığı seçimine gidiyoruz. Sandık kurulacak, sonuç “Yüksek Seçim Kurulu” tarafından açıklanacak; ama asıl mesele sandıktan hangi zihniyetin çıkacağıdır. Kıbrıs Türk halkının önüne bugün “umut” diye çıkarılan Tufan Erhürman’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı, aslında yıllardır sahnelenen aynı senaryonun yeni perdesinden başka bir şey değildir.
Geçmişe dönecek olursak; Sayın Mehmet Ali Talat 2005-2010 yılları arasında, Sayın Mustafa Akıncı ise 2015-2020 döneminde Cumhurbaşkanı seçildiler. İkisi de federasyon taraftarı idi; sonuç ne oldu? Yine sonuçsuz kaldı. Çünkü Rum tarafı aynı noktada kaldı, değişmedi.
Geçenlerde önüme önemli bir röportaj düştü. Sayın Mete Tümekan’ın, Sayın Tahir Seryordaş ile yıllar önce yaptığı bu röportajda; Seryordaş’ın “Derin CTP” ile 1976 yılında tanışması ve sonrasında gelişen olaylara dair sorulara verdiği cevaplar yer alıyor. Asıl çarpıcı nokta ise; Seryordaş’ın o yıllarda AKEL’e yönelttiği soruya aldığı cevaptır. AKEL’in bakışı nettir: “Türkler azınlıktır; hakları da o çerçevede olur.” Aradan neredeyse yarım asır geçti; söylem değişti mi? Hayır. Hâlâ aynı reçete, hâlâ aynı bakış. İşte bu yüzden Kıbrıs meselesinde yıllardır tek bir adım ileri gidemiyoruz. Çünkü karşımızdakiler hiç değişmedi.
Ve acı gerçek; CTP, Güney’deki “kardeş partisi” AKEL’in gölgesinden çıkamadı. Dün burslarla, örgütlenmelerle, KÖGEF üzerinden kadro yetiştirmelerle yürüyen ilişki; bugün hâlâ siyasi dayanışma adı altında sürüyor. CTP’nin “biz bağımsız bir partiyiz” söylemi, halkı ikna etmeye dönük bir iddia olarak görünüyor. Yani fikirler gibi kadrolar da nesilden nesile aktarılıyor. Bu, yenilenme değil; aynı zihniyetin miras yoluyla taşınmasıdır.
Başka bir konuya değinecek olursak; CTP’nin Cumhurbaşkanlığı adaylık tecrübeleri ne diyor? Dr. Sibel Siber örneği; yıl 2015, hâlâ unutulmadı. Toplumda umut yaratan, farklı bir figür olan Sayın Siber; kendi partisi tarafından bile desteklenmedi, kaybettirildi. Neden? Çünkü derin CTP, kendisiyle uyumlu olmayan bir figürün yükselmesine izin vermedi. Aynı şey bugün Erhürman’ın önünde bir engel gibi duruyor.
Erhürman’ın akademik birikimi, hukukçu kimliği olabilir. Ama Cumhurbaşkanlığı makamı kitap bilgisinden fazlasını ister. Cesaret ister; kararlılık ister; halkına güven verme gücü ister. Erhürman’ın Başbakanlığı döneminde gösterdiği yetersizlik, aslında Cumhurbaşkanlığı gibi ağır bir makamı taşıyamayacağının işaretidir. Bir liderin sınavı makamda belli olur; o sınav çoktan verildi ve sonuç ortada.
Üstelik CTP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerini bir genel seçim havasına sokması, siyasi açıdan tutarsız bir yaklaşımdır. Cumhurbaşkanlığı meclis çoğunluğu kurmaz; hükümet programı yürütmez. Ama Erhürman ve ekibi meydanlarda vaat üstüne vaat sıralıyor. Bu, seçmeni yanıltmak değil midir? Halkı yanlış yönlendirmek değil midir?
Ve unutulmasın; 20 Temmuz gibi bu halkın varoluş gününde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan meclis kürsüsünde konuşurken CTP’liler salonu boş bıraktı. Bu, sadece bir protokol tercihi değildir; bu, kimin nerede durduğunu açıkça göstermektedir. Halk bunu unutmaz; unutmamalıdır.
Şimdi soruyorum; bunca gölge, bunca çelişki varken, Tufan Erhürman Cumhurbaşkanı olabilir mi? Cevap belli; olması mümkün görünmüyor. Çünkü halk, gösteri istemiyor. Bu millet, Rum’un azınlık reçetesine boyun eğmeyecek; kendi iradesine sahip çıkacak; güven veren bir lider istiyor. Bu güne söz; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin geleceğini teslim etmeyecek bir halk vardır?