KKTC sınırında geçtiğimiz hafta yaşanan olaylar, aslında Kıbrıs sorununun temelinde yatan zihniyet problemini bir kez daha gözler önüne serdi.
Sınır hattına gelen bir grup Rum, “Kıbrıs Yunandır, Türkler Kıbrıs’tan dışarı” sloganları atarak, Kıbrıs Türk halkına yönelik düşmanca tavırlarını açıkça ortaya koydu.
Bu provokatif söylemler yetmezmiş gibi, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş yıl dönümünde düzenlenen resmi geçit töreninde yürüyen Rum komandoların “Karpaz’a gireceğiz, bozulmaz yemin, ya hürriyet ya ölüm” sloganları atması, ada üzerinde barış ve uzlaşıdan ne kadar uzak bir anlayışın hâlâ diri tutulduğunu gösterdi.
Sorulması gereken soru basittir: Böyle bir zihniyet ile nasıl federasyon müzakeresi yürütülür?
Yıllardır “iki toplumlu, iki bölgeli federasyon” çözümü masada tutuluyor. Fakat masaya oturulacak muhatabın aklında hâlâ Kıbrıs Türk halkını yok saymak, adanın tek sahibiymiş gibi davranmak ve “ya teslim ol ya terk et” anlayışını sürdürmek varsa, Kıbrıs Türkü nasıl güven duyabilir?
Rum lider Hristodulis’in Crans Montana sürecine dönme çağrısı yaptığı bu günlerde, sahadaki gelişmeler samimiyetin sorgulanmasına neden oluyor.
Rum yönetimi bir yandan müzakere çağrısı yaparken, diğer yandan sokakta ve resmi törenlerde Türk halkını hedef alan, varlığını tehdit eden sloganlara göz yumuyor.
Bu durum, “çözüm” söyleminin yalnızca uluslararası toplum karşısında sergilenen bir vitrin politikası olduğuna dair şüpheleri artırıyor.
Kıbrıs Türk halkı, 1974 öncesinde yaşananları unutmamıştır. 1963’te başlayan Kanlı Noel saldırıları, yıllarca süren gettolaşma, en temel insan haklarından mahrum bırakılma ve katliam girişimleri, Rum siyasetinin ve toplumunun belli kesimlerinde hâlâ varlığını koruyan zihniyetin ürünüdür.
Bugün atılan sloganlar, aslında geçmişteki travmaların hâlâ kapanmadığının bir hatırlatıcısıdır.
Federasyon, iki toplumun eşit siyasi statüye dayalı, güven temelinde bir ortaklığı gerektirir. Ancak Rum tarafının söylemleri ve eylemleri, eşitliği değil üstünlüğü, ortaklığı değil hâkimiyeti hedeflediğini ortaya koyuyor.
Bu koşullarda Kıbrıs Türk halkına “müzakere masasına oturun” demek, gerçekçi değildir. Öncelikle Rum tarafının kendi toplumundaki bu düşmanca söylemleri sorgulaması, eğitimden siyasete kadar her alanda Kıbrıs Türkü’nü eşit ortak olarak kabul eden bir zihniyet dönüşümünü sağlaması gerekir.
Bugün gelinen noktada Kıbrıs Türkü, güvenliğini ve geleceğini KKTC’nin varlığına borçludur. Müzakere çağrılarını dikkate almak elbette mümkündür; ancak güveni zedeleyen sloganlar, tehditler ve inkârcı yaklaşımlar sürdükçe, çözüm ihtimali yalnızca kâğıt üzerinde bir temenniden ibaret kalacaktır.
Kıbrıs’ta gerçek çözüm, Türk halkını yok sayan değil, onun iki devlet esasına dayanan egemen eşitliğini tanıyan bir anlayışla mümkündür. Rum tarafı bu gerçeği kabullenmediği sürece, federasyon masasına oturmanın bir anlamı olmayacaktır. Bizden söylemesi…