Seçim kampanyası son haftasına girerken adada tansiyon yükseliyor. Türkiye’den taşan siyasi hararet, Kuzey Kıbrıs’ın kırılgan atmosferine de yansıyor. Oysa bu küçük adada herkes birbirine yüz yüze bakacak. Sandığa giderken kutuplaşmayı değil, nezaketi hatırlamak zamanı.
Kuzey Kıbrıs’ta seçim döneminin son haftasına girildi; 19 Ekim’e artık sayılı günler kaldı. Hava sadece sıcak değil, gergin. Meydanlarda sesler yükseliyor, sosyal medyada tartışmalar sertleşiyor. “İskele tamam”, “Güzelyurt efsane” başlıklarıyla meydanlardaki coşku kararsızları etkilemek amacıyla köpürtülüyor sosyal medyada.
Türkiye’den gelen siyasi destek ziyaretleri, sanatçılı mitingler, parti konvoyları… Bir yandan dayanışma görüntüsü veriyor, diğer yandan adanın kendi iç siyasetini bastıran bir gürültüye dönüşüyor.
Bu kampanya, adeta bir “büyük sahne”ye çevrilmiş durumda. Ancak her sahnede olduğu gibi burada da bir perde kapanacak. Kapanmadan önce hatırlamakta fayda var: Kuzey Kıbrıs, bir ada. Üstelik KKTC bu küçücük adanın sadece üçte biri. Bu yüzden siyasette söylenen her söz, ertesi gün pazarda, kafede, okulda yeniden yankılanır.
KUTUPLAŞMANIN KOPYASINI DEĞİL, KIBRIS’IN ZARAFETİNİ TAŞIYALIM
Türkiye’de yıllardır süren kutuplaşmanın toplumda açtığı derin yaralar ortada. Aynı dilin, aynı hırçınlığın, aynı tahammülsüzlüğün bu adaya taşınmasına gerek var mı? Elbette yok, ancak ithal çığırtkanlarla yürütülen bir kampanyanın sonucu adada yükselmekte olan siyasi tansiyon ve alçalmaya devam eden nezaketsizlik, derinleşmede yeni rekorlar kıran kutuplaşma… Halbuki, Kıbrıs Türk halkının hâlâ koruyabildiği en kıymetli kültürel miraslarından biri, farklı düşünenin elini sıkabilme, farklı seslerin aynı masa etrafında çıkarılmasını zenginlik kabul eden kültürüdür.
Sert söylemler, ses yarışları, ithamlarla dolu sosyal medya paylaşımları, belki anlık heyecan yaratır ama uzun vadede geriye kırgınlık bırakır. Adanın geleneksel nezaketini korumak, seçimden daha büyük bir kazanımdır.
Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, kampanyasını Türkiye’nin açık desteğiyle yürütüyor. “İki devletli çözüm” söylemi, seçmenin bir kısmında güven duygusu yaratıyor. Ancak aynı söylem, bir başkası için “fazla yönlendirilen bir siyaset” anlamına gelebiliyor.
Muhalefet lideri Tufan Erhürman ise daha sakin, daha ilkesel bir dil kurmaya çalışıyor. “Bu seçimi nezaket içinde yapalım” diyor; belki mütevazı ama çok değerli bir çağrı. Çünkü Kıbrıs Türk toplumunun birliği, yalnızca siyasi sonuçlarla değil, konuşma üslubuyla da ölçülür.
Bu halk onurlu yaşam ve toplumsal haklarını savunurken çatışmayı göze aldı ama kendi içindeki farklılıkların üstesinden gelmede hep diyaloğu, çok sesliliği seçtiği için ayakta kaldı. Aynı diyalog geleneğini siyasette de sürdürmek, belki bugünün en büyük sınavı.
NEZAKET, TOPLUMSAL MİRASTIR
Seçim kampanyalarının temposu yükseldikçe, adanın sosyal ritmi de sertleşiyor. Fakat unutmamak gerekir: 19 Ekim geç saatlerde sandıktan bir kazanan çıktığı ilan edildiği anda, seçim ve kampanyadaki çekişme, tartışma, yarış geride kalacak. Pankartlar indirilecek, sahneler toplanacak, ışıklar sönecek. Ama insanlar yine burada olacak; aynı mahallede yürüyen, aynı dükkândan alışveriş eden, aynı sırada bekleyen komşular olarak.
Bu yüzden önümüzdeki birkaç günü öfkeye, nobranlığa, narsizme ya da nepotizme teslim etmeden geçirmek, bu toplumun olgunluğuna en çok yakışan tavır olacaktır. Çünkü seçim bittiğinde kazanan yalnızca bir aday olmayacak; asıl kazanan ya da kaybeden, bu adanın birlikte yaşama kültürü olacak.
Kuşkusuz, bu dönemde kamuoyunu etkilemek için adaya akın eden dış figürler — ister eski siyasetçiler, popüler sanatçılar ya da sporcular olsun — geldikleri gibi gidecekler. Kısa süre sonra Kıbrıs Türk halkı yine kendi sessiz gerçekliğine dönecek. Geriye yalnızca sekiz aday, sandığa giden ve gitmeyen seçmenler, yani Kıbrıs Türk halkı kalacak. Bunun bilinciyle davranmak, bu seçimin belki de en önemli sınavıdır.
Tam da bu noktada, Türkiye’nin ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel’in açıklaması dikkat çekicidir. Özel’in Kıbrıs Türk halkının iradesine tam saygı duyduğunu vurgulayarak şu mesajı adada takdir topladı.
“Kıbrıs bizim milli davamızdır. Kıbrıs Türk toplumu azınlık olmayı reddederek Rumlar karşısında eşitlik mücadelesi vermiş, bu uğurda ağır bedeller ödemiştir. Türkiye’deki her siyasi parti, KKTC konusundaki duruşunun o mücadeleye nasıl etki edeceğini hesap etmek mecburiyetindedir. KKTC’nin tanınmasını istiyorsak önce ona bağımsız bir devlet gibi davranmak, iradesine saygı göstermek önceliğimiz olmalıdır.”
Kıbrıs Türklerinin devletine “bağımsız bir devlet gibi davranmak” çağrısı kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi?
Bu açıklama, yalnızca bir diplomatik nezaket ifadesi değil; aynı zamanda, Kıbrıs Türk halkının demokratik olgunluğuna duyulan güvenin de altını çizen bir hatırlatmadır.
Kıbrıs Türk toplumu, tarih boyunca en zor dönemlerde bile birbirine saygı duymayı, incelikli davranmayı bilmiş bir toplumdur. Bu seçimde de o geleneği sürdürmek, sandıktan çıkacak sonucun ötesinde, demokratik olgunluğumuzun gerçek ölçüsü olacaktır.
Nezaket, bu adanın sadece kültürel değil, siyasal da bir mirasıdır — onu korumak, kazanılacak her seçimden daha değerlidir.
SANDIĞA GİTMEK VATANDAŞLIK GÖREVİDİR
Sandığa gitmek sadece bir vatandaşlık görevi değil, aynı zamanda bir vicdan sorumluluğudur. Ne yazık ki ben ve benim gibi binlerce Kıbrıs Türkü, anayasa ve seçim yasasındaki anlamsız kısıtlamalar nedeniyle bu sorumluluğu yerine getiremiyoruz. Yurt dışında yaşadığımız için, bu topraklara dair aidiyetimiz, söz hakkımız ve en temel demokratik ve doğuştan gelen hakkımız — seçme ve seçilme hakkı — elimizden alınmış durumda. Bu, yalnızca bireysel bir mağduriyet değil, toplumsal bir eksikliktir. Umarım bu adaletsizlik bir an önce giderilir ve ada dışında yaşamak zorunda kalan Kıbrıs Türklerinin doğuştan gelen bu hakları daha fazla çiğnenmez.
Kuzey Kıbrıs’ın gerçek zenginliği, ne yer altındaki madenlerinde, ne limanlarında, ne de turizmin rakamlarında saklıdır. Onun en kıymetli hazinesi, farklı düşünse bile birbirine “günaydın” diyebilen insanlarıdır. Bu adayı yaşanır kılan şey, birlikte var olabilme kültürüdür — tartışırken bile birbirine saygı gösterebilme inceliğidir.
Unutmayalım, oy vermek kadar, seçimden sonra da nezaketi koruyabilmek demokrasinin en olgun biçimidir. Bu hafta sonu sandığa giderken yalnızca bir aday için değil, bu adanın kendisi için oy verin. Çünkü bu ada küçük, ilişkiler uzun; ve nezaket, bu toprakların en eski, en köklü yasasıdır.