Kıbrıs’ta bu hafta yeni bir dönem başladı — sessiz ama derin. 41 pare top atışıyla, ama ne zafer çığlıkları, ne de gösterişli, gürültülü kutlamalarla…
Sadece sade bir yemin, kısa bir alkış ve anlamı kelimelerin ötesine taşan bir mesaj: Artık başka bir siyaset mümkün.
Tufan Erhürman, altıncı cumhurbaşkanı olarak göreve başlarken bir unvan değil, bir anlayış devraldı. Yıllardır kısır döngülere, hamasete, dış müdahalelere sıkışmış Kıbrıs Türk siyasetine yeni bir dil getirdi: Düşünerek konuşan, dinleyerek yöneten bir siyaset.
“Bu seçimin kaybedeni olmadı, kazanan Kıbrıs Türk halkı oldu.”
Kulağa basit geliyor ama değil. 1985’de Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın büyük seçim zaferinden bu yana ilk kez bu kadar yüksek ve toplumun her katmanından destekle, tüm seçim bölgelerinde sandıklardan birinci çıkarak gelen yeni bir toplumsal lider oldu Erhürman.
Çünkü uzun zamandır “biz” kelimesi Kıbrıs siyasetinde kullanılmıyordu. Erhürman, kutuplaşmanın değil, onurun ve ortak aklın siyasetine çağrı yaptı.
Sarayda sessizlik, halkta umut
Yeni Cumhurbaşkanlığı Yerleşkesinin ihtişamı, bir dönemin güç gösterisiydi.
Cuma gün ise yerleşke, sessizliğin, suhuletin, ahengin sembolü oldu. Taşlar aynı, ama anlamı değişti. Artık o taş duvarlarda “gösteriş” ve”ihtişam” değil, mütevazılık yankılanıyor.
Erhürman, tören konuşmasında belki son yılların en sade ama en çarpıcı cümlesini kurdu:
“Bir Kıbrıslı Rum çocuğun sahip olduğu haklara, bir Kıbrıslı Türk çocuk da sahip olmalıdır.”
Ne federasyon dedi, ne iki devlet… Sadece eşitlikten, sonuç alıcı görüşmelere adanmışlıktan, kararlılıktan ve en önemlisi çocuklarımızın adanın yaşadığı travmaları yaşamayacakları bir gelecek kurma azminden söz etti.
Çünkü biliyor ki barış, masada değil; adalette, empatiyle başlar.
Ankara–Lefkoşa hattında yeni ton
Erhürman, Türkiye ile ilişkileri “kıyaslanmayacak derecede özel” diye niteledi. Ne eksik bir bağlılık, ne de aşırı bir meydan okuma… Dengeli, tutarlı, yerli bir ton.
Eminim bu mesaj, hem Ankara’ya güven verdi hem de dünyaya net bir hatırlatma yaptı: Kıbrıs Türk halkı yalnız değil, ama kimsenin gölgesinde de yaşamaz.
Erdoğan ve Cevdet Yılmaz’ın sıcak mesajları, yeni dönemin işaret fişekleri oldu. Bahçeli’nin “82. il” çıkışı ise tarihe, siyasetin mizah köşesinden girdi. Artık kimse o masalı ciddiye almıyor, herhangi bir polemikle bu açılan yeni dönemin ruhunu bozmak istemiyor.
Erhürman’ın sakinliği, o hamasetin tüm sesini bastırdı. Lefkoşa’da tarihin yazılmasına şahit olurken, cevabın sessiz de verilebildiğini, gördük, not ettik
Yeni dönemin dört parolası
1. Sessizlik: Çünkü yüksek ses, yalnızca derin düşüncenin değil, aynı zamanda suhuletin, uyumun ve olgunluğun da düşmanıdır. Bu topraklarda sessizlik ilk kez bir geri çekiliş değil, bir dirayet beyanı olarak yankılandı. Artık susmak, kabullenmek değil; ölçülü konuşmanın, sağduyulu davranmanın simgesi.
2. Eşitlik: Çünkü gerçek barış, ancak eşit haklarla mümkündür. Adada kalıcı çözüm, ancak her çocuğun —ister kuzeyde ister güneyde doğsun— aynı haklara, aynı güven duygusuna sahip olmasıyla sağlanabilir. Eşitlik, bir lütuf değil; adil bir geleceğin ön koşulu.
3. Birliktelik: Çünkü bugün ayrışma değil, farklılıklarımızı koruyarak bir arada durabilme günüdür. Erhürman’ın cümlelerinde uzun zamandır unutulmuş bir kelime yeniden yankılandı: “biz.” Ne yukarıdan bakan bir üstünlük, ne alttan gelen bir sitem… Yan yana, omuz omuza durmanın sözüdür bu.
4. Saygı: Çünkü kardeşlik, ancak karşılıklı onurla yaşar. Ne Ankara’ya meydan okumak, ne de Lefkoşa’yı küçültmek gerek. Saygı, hem köklerimizi unutmamak hem de başımızı dik tutabilmektir. Hak ettiği haysiyetle, eşit bir ortaklık içinde var olma kararlılığıdır.
Erhürman bu dört değeri yalnızca söyledi değil; beden diliyle, üslubuyla, duruşuyla da hissettirdi.
Yemin töreni bir protokol değil, bir zihniyet değişimiydi. Siyaset meydanı uzun bir aradan sonra ilk kez bir “öfke kürsüsü” değil, bir “düşünme alanı”na dönüştü. Kıbrıs Türk halkı belki de ilk kez, “birinin kazandığı değil, herkesin kazandığı” bir seçim yaşadı.
Eğer sözleri eyleme dönüşürse, bu dönem gerçekten bir sessiz devrim olabilir. Çünkü değişim, bazen bağırarak değil — düşünerek, dinleyerek ve zamanında konuşarak gelir.
Ve umarım sadece Lefkoşa’da değil, Ankara’da da bir dönemin perdesi kapandı. Türkiye ile Kıbrıs Türk halkı arasındaki kadim kardeşlik yeniden tanımlandı: Dayatmayla değil, dayanışmayla; himayeyle değil, hürmetle. Umarım. Umarım. Umarım.
Erdoğan’ın tebrik mesajlarında da, Erhürman’ın sakin sesinde de aynı ortak payda yankılanıyordu: Kader birliği, karşılıklı saygı ve sarsılmaz bir adanmışlık.
Yeni dönem hayırlı olsun.