Kıbrıs sorununda yeni bir diplomatik dönemece girildiği artık kimse için sır değil.
Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman’ın Birleşmiş Milletler’le yaptığı ilk temas, sürecin ciddiyetini ve niyetini ortaya koyuyor.
Erhürman’ın BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Diagne ile yaptığı görüşmede kullanılan “sürdürülebilir ve barışçıl çözüm” vurgusu, Ankara ve Lefkoşa hattında uzun süredir arzulanan yeni bir yaklaşımın ipuçlarını veriyor.
Erhürman’ın dikkat çektiği bir başka nokta ise oldukça önemli: Cumhurbaşkanlığı bünyesinde 13 komite aktif olarak çalışıyor ve harcanan emeğin mutlaka “sonuç odaklı” bir karşılığı olmalı.
Bu söz, yıllardır masa başında tüketilen zamanın artık halk nezdinde bir anlam taşıması gerektiğini gösteriyor. Kıbrıs Türk halkı, sonuçsuz müzakerelerle değil, somut ilerlemeyle ölçülecek bir dönemi bekliyor.
Tam da bu atmosferde, uzun yıllar başmüzakerecilik görevini yürüten Özdil Nami’nin açıklamaları, sürecin özünü yeniden hatırlatıyor.
Nami, 2017’deki Crans-Montana zirvesine atıfta bulunarak “Orada eksik olan siyasi iradeydi” dedi.
Bu cümle, aslında tüm sürecin özetidir. Çünkü Kıbrıs’ta teknik detaylar, harita tartışmaları ya da güvenlik formülleri değil, irade eksikliği çözümsüzlüğü besleyen en temel unsurdur.
Rum tarafının “Crans-Montana’dan başladığımız yere dönelim” söylemi, geçmişteki hataların tekrarı riskini barındırıyor.
Zira aynı noktaya dönmek, aynı zihniyetle masaya oturmak anlamına gelir. Oysa bugün sorulması gereken asıl soru şudur: Rum tarafı gerçekten çözüm istiyor mu? Yoksa statükoyu koruyarak uluslararası meşruiyetini sürdürme politikasına mı devam edecek?
Nami’nin işaret ettiği gibi, artık referandumlarda “evet” ya da “hayır” yerine şu sorunun sorulması gerekiyor: Kıbrıslı Türklerin statükoya dönmeyeceği, iki tarafın da siyasi eşitliğini kabul eden bir çözüm mü istiyorsunuz?
Bu sorunun cevabından kaçmak, yıllardır olduğu gibi çözüm masalarını sembolik bir hale getirecektir.
Kıbrıs’ta bugün yeni bir müzakere zemini konuşuluyorsa, bunun anlamı yalnızca masaya dönmek değildir; asıl mesele masada gerçek bir irade gösterebilmektir.
Erhürman’ın “sonuç odaklılık” vurgusu da, Nami’nin “siyasi irade” uyarısı da aynı gerçeğe işaret ediyor: Artık laf değil, kararlılık zamanı. Bizden söylemesi…