Rum basınında yer alan makalede adanın güneyinde yaşanan askeri silahlanmaya yönelik çarpıcı bir analiz yer aldı.
Ama biz, her biri kıyılarımızın çok ötesindeki çıkarlara hizmet eden, birbiriyle örtüşen askeri komutaların bir karmaşası haline geldik.
Kıbrıslılar, 1963-64 ve 1974 yıllarında yaşanan ve çok sayıda ölüme, yerinden edilmeye ve yoksulluğa yol açan trajedilere eş değer, hatta onları aşabilecek bir trajediye doğru mu yürüyorlar?
Adanın güneyinde, İsrail'in artan varlığına ve İsrail hükümetinin Kıbrıslı Rumların Gazze'deki eylemleri hakkında ne söyleyip söyleyemeyeceklerini dikte etme girişimlerine karşı son zamanlarda çok sayıda protesto yaşandı. Bu hoşnutsuzluğun bir kısmı, İsrail toplumunun kontrolsüz genişlemesinden kaynaklanıyor. Yerel raporlara göre, 15.000'den fazla İsrail vatandaşı şu anda Güney Kıbrıs'ta ikamet ediyor veya mülk ediniyor. Bu gelişme, birçok Kıbrıslı Rum tarafından giderek artan bir endişeyle karşılanıyor.
Kuzeydeki Kıbrıslı Türkler de benzer bir hoşnutsuzluk dile getiriyor; bölgeye yerleşen İsrailli ve diğer ülkelerden gelen Yahudi nüfusunun sayısındaki artıştan endişe duyuyor ve bu akının arkasında ne olabileceği konusunda endişeleniyorlar.
Yerel gazeteler, İsrail'in Kuzey Kıbrıs'ı teröristlerin sığınağı olarak gösterdiği konusunda uyarıyor; birçok kişi, bunun İsrail'in kuzeye saldırması için bir bahane yaratmak amacıyla kurgulandığına inanıyor.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ülkesinde yolsuzlukla suçlanıyor ve Gazze'de işlediği savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanması talebiyle karşı karşıya. Netanyahu'nun 'hapisten kurtulma kartı', onu iktidarda tutan ve yüksek makamın getirdiği dokunulmazlıkla koruyan 'sonsuza dek süren savaşlar'ı sürdürmekte yatıyor.
Netanyahu'nun Maliye ve Savunma Bakanı Bezalel Smotrich, 2,2 milyon Gazzelinin açlığa mahkûm edilmesini 'haklı ve ahlaki' olarak nitelendirdi. Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, İsrail mahkemeleri tarafından ırkçı kışkırtma suçundan hüküm giydi. İsrail'in en sadık müttefiklerinden biri olan Birleşik Krallık bile, aşırı şiddeti ve insan hakları ihlallerini kışkırttıkları gerekçesiyle her iki adamın da topraklarına girmesini yasakladı, ancak yine de İsrail hükümetinde görev yapmaya devam ediyorlar.
Sadece son iki yılda, İsrail'in en az beş ülkeye (Suriye, Lübnan, İran, Irak ve Yemen) askeri müdahalelerde bulunmasını sağlayan ve Batı Şeria ve Gazze'de yaygın olarak soykırım olarak kınanan bir harekât yürüten de bu istikrarsız ve aşırılıkçı liderliktir. Kıbrıs, İsrail için yeni bir savaş alanı mı olacak?
Yolsuzluk davaları ve ideolojik aşırılıklarla boğuşan mevcut İsrail yönetimi, gerçekten de Kıbrıs Rum yönetiminin hayal ettiği müttefik mi, yoksa Doğu Akdeniz'de kendi stratejik dayanağını arayan bir güç mü?
Kıbrıs Rum yönetimi, 2017'den bu yana ortak askeri tatbikatlar, hava savunma eğitimleri ve uzun menzilli saldırı simülasyonlarını içeren 'güvenlik iş birliği' yoluyla İsrail'e kur yapıyor. Daha yakın zamanda, İsrail'in Barak MX hava savunma sistemini satın aldı ve Karish sahasından yeni bir boru hattıyla İsrail gazı ithal etmeyi kabul etti.
Bu gelişmeler Kıbrıs'ın savunmasını ve ekonomisini güçlendiriyor gibi görünse de, adayı İsrail'in bölgesel hedeflerine daha da sıkı bir şekilde bağlıyor. İsrail güçleri, altyapısı ve enerji rotaları bir kez yerleştirildiğinde, bunların kolayca ortadan kaldırılması mümkün olmayacak. Ada, İsrail'in bölgesel savaş operasyonları platformunun bir uzantısı ve daha geniş çaplı bir çatışmada potansiyel bir hedef haline gelme riskiyle karşı karşıya.
Kıbrıs, büyüklüğüne rağmen dünyanın en yoğun askeri teçhizata sahip bölgelerinden biridir. Birleşik Krallık, 250 kilometrekareyi aşan bir alanı kaplayan Ağrotur ve Dikelya'daki egemen üslerini elinde tutmaktadır. Fransa Mari ve Baf'tan, Amerika Birleşik Devletleri İngiliz üslerinden operasyonlarını yürütürken, İsrail Kıbrıs Rum semalarında ve sularında eğitim yapmaktadır.
Kıbrıs'taki Birleşmiş Milletler Barış Gücü, yaklaşık 346 kilometrekarelik bir alanı kaplayan ve silahlı birlikler ve gözlem birlikleri tarafından devriye gezilen 180 kilometrelik tampon bölgesini hâlâ elinde tutmaktadır.
Ada genelinde militarizasyon seviyesi endişe verici. Kuzeyde, İsrail hükümetine yakın isimlerin güvenlik tehditleri nedeniyle yaklaşık 40.000 Türk askerinin yeni teçhizat ve insansız hava aracı konuşlandırmalarıyla takviye edildiği düşünülüyor.
Güneyde ise Kıbrıs Cumhuriyeti, yakın zamanda İsrail yapımı Barak MX ile modernize edilen Rus yapımı tanklar ve hava savunma sistemleri kullanıyor. Ulusal Muhafızları, İsrail ve Fransız hava kuvvetleriyle eğitim alırken, İngiliz Typhoon'ları Akrotiri'den uçuyor. Fransa, İsrail, ABD ve Türkiye'den gelen deniz devriyeleri de çevre denizlerde faaliyet gösteriyor.
Bir zamanlar barışı koruma adası olan bu bölge, her biri Kıbrıs kıyılarının çok ötesinde çıkarlara hizmet eden, birbiriyle örtüşen komuta merkezlerinin bir karmaşasına dönüştü. Böylesine kalabalık bir alanda, kimin radarının kimi izlediği veya kriz geldiğinde kimin emirlerinin öncelikli olduğu artık belli değil. Bölgede çatışmalar patlak verirse, Kıbrıs hükümeti hangi tarafta olduğuna karar bile veremeden cephe hattına düşecektir.
Hem Netanyahu hem de Smotrich, tanınan sınırların çok ötesine uzanan bir 'Büyük İsrail' hedeflerini gizlemediler. Kıbrıs bu haritada görünmese de, pratikte bu genişleyen etki alanının bir parçası olma ve İsrail'in bölgedeki stratejik nüfuzunun fiili bir uzantısı olma riskiyle karşı karşıya. Hizbullah ile yaşanan son çatışma, bölgenin ne kadar kolay bir şekilde tırmanışa geçebileceğini ve bir dahaki sefere sonucun çok daha kontrolden çıkabileceğini gösterdi. İsrail'in Kıbrıs'taki askeri ve ekonomik varlığı derinleştikçe, Kıbrıs politikasını kendi stratejik çıkarlarına hizmet edecek şekilde şekillendirme kabiliyeti de artıyor.
Tüm ciddi kusurlarına rağmen, Kıbrıs'ın yarım asırdır barış içinde bir arada yaşadığı ve iki toplum arasında giderek artan bir uyumun yaşandığı inkâr edilemez. Peki, şu anda barışın kendisi tehlikede mi?
Kıbrıs'ta yeni bir savaş çıkarsa, en çok zarar görecek olan büyük güçler değil, Kıbrıslıların kendisi olacaktır. İki lider, Tufan Erhurman ve Nikos Christodoulides, BM Genel Sekreteri'nin himayesinde, Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık ile birlikte, kendi kontrol bölgelerindeki silahsızlanmayı müzakerelerde bir öncelik haline getirmekle toplumlarına karşı yükümlüdür. Ne de olsa, silahsızlanma iki toplum arasındaki nadir mutabakat noktalarından biri ve güvenilir bir gelecek çözümün temel taşı olmaya devam ediyor.