Ve Kıbrıs diplomasisi sahaya iniyor

Diplomasinin sahada şekillendiği bir döneme giriyoruz. 19 Ekim’de seçildi, 24 Ekim’de göreve başladı.

Diplomasinin sahada şekillendiği bir döneme giriyoruz. 19 Ekim’de seçildi, 24 Ekim’de göreve başladı. Sabırsızız. Çok gecikti diye söylendik. Ancak daha ilk imzaladığı kararın mürekkebi kurumadan Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman bu hafta Ankara’da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuğu oluyor. İlk ziyaretin Ankara’ya yapılmasından çok daha fazla anlamları olan bir olgu. Elbette, kimilerine göre sadece protokol, kimilerine göre de “olması gereken” nezaket ziyareti. Ama çok daha fazlası var. Kıbrıs dosyasında taşların yerinden oynamaya başladığının, bir yeni kalibrasyonun en güçlü işareti.
ANLAMI SEMBOLDE DEĞİL, ZAMANLAMADA
Erhürman’ın Ankara ziyareti, yalnızca bir karşılama töreninden ibaret değil.
Hatırlayalım, Ersin Tatar göreve geldikten dört gün sonra, Mustafa Akıncı altı gün, Derviş Eroğlu 37 gün, Mehmet Ali Talat 109 gün sonra Türkiye Cumhurbaşkanı ile görüşmüşlerdi. Erhürman da göreve gelişinin hemen ardından, birkaç gün içerisinde Ankara’da misafir edilebilse elbette çok mutlu olurduk. Ancak yeni KKTC cumhurbaşkanının göreve gelişinin 19’uncu gününde Ankara’da ağırlanması, hem Ankara’nın ağır protokol yoğunluğu açısından geç bir tarih değil, hem de Türkiye’nin yeni dönemi vakit kaybetmeden sahaya taşıma isteğinin bir göstergesi.
Külliye’de yapılacak şatafatlı törenin mesajı açık: “Kıbrıs Türk halkının iradesi bizim için esas, bu iradeye saygı göstermek bizim sorumluluğumuzdur.”
Bu sembolizm, Lefkoşa’da Erhürman’ın yemin töreni sırasında atılan 41 pare topun yankısını Ankara’ya taşımaktan fazlası — bu, iki tarafın da diplomatik ritmini yeniden senkronize etme hamlesi.
YENİ CUMHURBAŞKANI, YENİ DENGE ARAYIŞI
Erhürman’ın kampanya boyunca tekrarladığı o cümle hâlâ kulaklarda: “Ankara ile kavga etmem.”
Bu sözü, “teslimiyet” değil, “rasyonel iş birliği” olarak okumak gerek.
Çünkü Erhürman’ın seçilmesi, “federasyon mu, iki devlet mi?” ikilemini aşarak, adada iki egemen varlığın eşitlik temelinde bir arada yaşama formülüne yönelişi temsil ediyor.
Ankara’nın da bunu pragmatik bir ortaklık zeminine çekmekte kararlı olduğu görülüyor. Beklentilerin aksine Ankara ile Kuzey Kıbrıs liderliği arasında karşılıklı güvene dayanan, birlikte hareketle beslenen bir işbirliğinin tesis edilmesi ancak böyle bir anlayışla mümkün. Henüz kesin değil, eminim Külliye’deki görüşmede Erhürman bir kez daha seslendirecek ve Erdoğan’I adaya davet edecektir. 15 Kasım’da KKTC’nin kuruluş yıldönümünde Erdoğan’ın adaya olası sürpriz ziyareti, “Ankara–Lefkoşa çatışacak” beklentisini tümden boşa çıkarabilir.
MASANIN DEĞİL, SAHANIN DİPLOMASİSİ
Ankara’da yapılan görüşmenin içeriği kadar zamanlaması da önemli. 4 Aralık’ta BM Genel Sekreteri’nin kişisel temsilcisi María Ángela Holguín Cuéllar adaya geliyor; 5’inde Erhürman’la, 6’sında Nikos Christodoulides’le görüşecek. Bu görüşmelerin ardından Aralık sonunda Cenevre’de yeniden toplanması beklenen 5+1 formatı — Türkiye, Yunanistan, İngiltere, iki taraf ve BM — önceki turlardan farklı olacak. Artık kimsenin sabrı uzun süren “konuşmak için konuşmalar”a yetmiyor. Erhürman’ın, “Biz masada olmak için değil, sonuç almak için olacağız,” sözü bu yeni dönemin mottosu gibi.
KIBRIS SAHASI, GENİŞLEYEN İTTİFAKIN MİKROKOZMOSU
Türkiye artık Ege’den Hazar’a uzanan geniş bir diplomatik yay çiziyor. Bu yay, sadece savunma veya enerji politikalarıyla değil, diplomasi pratikleriyle de şekilleniyor: Kazakhstan’ın Abraham Accords’a katılım açıklamasıyla Orta Asya’da İsrail’le normalleşmenin önü açılırken, Ankara bölgesel dengeyi yeniden kuran merkez ülke rolünü üstleniyor.
Kıbrıs da bu hattın batı ucu — Akdeniz’deki test alanı. Dolayısıyla Erhürman’ın Ankara ziyareti, yalnız Kıbrıs Türk halkının temsilini değil, Türkiye’nin bölgesel denkleme “merkezî omurga” olarak dönüşünü simgeliyor. Ege’den Hazar’a kadar genişleyen bu “hizalanma yayı”, Kıbrıs dosyasını artık sadece ada ölçeğinde değil, Avrasya ölçeğinde okumanın zamanının geldiğini hatırlatıyor.
BEKLENEN VE OLASI SONUÇLAR
Erhürman’ın Ankara temasları üç başlıkta sonuç üretebilir:
1. Eşgüdüm ve güven: İki devlet arasında yeniden kuvvetlendirilecek güven mekanizması, müzakere dönemlerinde yaşanabilecek “paralel diplomasi” sorunlarını izole edebilir.
2. Sürecin hızlandırılması: Aralık ayında başlayacak temaslar öncesinde Türkiye-KKTC eşgüdümü, BM nezdinde “daha yapılandırılmış, takvimli ve sonuç odaklı” bir müzakere formatına zemin hazırlayabilir.
3. Ekonomik ve sosyal entegrasyon: Elbette icranın başı değil Erhürman ama Kıbrıs Türk halkının ve hükümetinin Türkiye’den özellikle sağlık, enerji, ulaştırma ve dijital dönüşüm konularında Ankara’yla ortak projeleri var. Liderler düzeyindeki uyum ve verilecek direktifler Kıbrıs Türk halkının beklentilerini de doğrudan etkileyecek.
Kıbrıs Rum tarafı muhtemelen bu tabloyu “iki devletli çözümün pekişmesi” olarak görecek ve soğuk tepki verecektir.
Ama Holguín Cuéllar’ın girişimi, belki de uzun süredir tıkanan sürece yeni bir diplomatik soluk kazandırabilir.
Ve şimdi sıra sahada
Diplomasi, emek, koordinasyon, adanmışlık, kararlılık gerektirir. Ne sadece masada verilen harita, ne de diğer alanlardaki al-ver, dosyaya hakim olmadan mümkün değildir.
Ankara’daki bu görüşme, tıpkı 41 pare top atışı gibi, yalnızca sembolik bir yankı değil; sahaya inilmesinin habercisidir. Kıbrıs diplomasisi artık dosya raflarında beklemiyor; hareket hâlinde, canlı, yön arayan bir süreçtir.
Ama hatırlatalım: sahaya inmek, oyunu kazanmak anlamına gelmez. Top artık hareket halinde; yönü belirleyecek olan, cesaret kadar akıldır. Ve bu defa, hem Lefkoşa’da hem Ankara’da, o aklın yeniden devreye girdiğini görmek umut verici.

Bu haber 24 defa okunmuştur

:

:

:

: