Tarih, yalnızca geçmişin kaydı değildir; aynı zamanda bugünün vicdan aynasıdır. O aynayı bilinçli şekilde karartanlar ise ne barışa hizmet eder ne de geleceğe güven verir.
Ayvasıl’da yaşananların bir “isyan bastırma” ya da “kahramanca mücadele” olarak sunulması tam da böyle bir karartmanın ürünüdür.
Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman’ın açık ve net ifadeleri, bu çarpıtmanın karşısında durması bakımından son derece önemlidir: Ayvasıl’da katledilenler, silahlı unsurlar değil; çocuklardan yaşlılara uzanan, tamamen savunmasız sivillerdi…
Bu gerçeğe rağmen Rum lider Nikos Hristodulidis’in ve temsil ettiği siyasi anlayışın, yaşananları farklı bir tarihsel çerçeveye oturtma çabası, yalnızca Kıbrıs Türk halkının acılarını yok saymakla kalmamakta, aynı zamanda samimi bir çözüm iradesinin de olmadığını göstermektedir. Sivillerin topluca öldürüldüğü bir olayın “kahramanlık” olarak anlatılması, insan hakları söylemiyle övünen bir siyasi çizgiyle bağdaşmamaktadır. Bu, açık bir inkâr ve ahlaki bir iflastır.
Erhürman’ın altını çizdiği gibi, burada yatan insanlar ne bir isyanın parçasıydı ne de karşı koyabilecek imkânlara sahipti. On yaşındaki çocuklarla yaşlıların aynı çukura gömüldüğü bir trajediyi meşrulaştırmaya çalışmak, tarihsel sorumluluktan kaçmanın en çirkin yollarından biridir. Hristodulidis’in bu gerçekler karşısındaki suskunluğu ya da dolaylı onayı, Kıbrıs Türk halkının güvenlik kaygılarının neden hâlâ bu kadar derin olduğunu da açıklamaktadır.
1878’den bu yana Kıbrıs Türk halkı, her dönemde ağır bedeller ödemiştir. Ancak hiçbir koşulda azınlık olmayı kabul etmemiş, bu adada iki eşit kurucu ortaktan biri olduğunu defalarca kanıtlamıştır. Buna rağmen Rum liderliğinin hâlâ “çoğunluk-azınlık” zihniyetinden kurtulamaması, federal çözüm söylemlerinin neden sürekli duvara tosladığını da ortaya koymaktadır. Eşitliği içselleştiremeyen bir anlayıştan, ortaklık temelinde bir gelecek beklemek gerçekçi değildir.
Hristodulidis’in söylemleri, yalnızca geçmişteki acıları inkâr etmekle sınırlı değildir; aynı zamanda bugünün siyasi dengesini de zehirlemektedir. Güvenliğin Kıbrıslı Türkler için yaşamsal bir mesele olduğu gerçeği, bu tür tarihsel çarpıtmalarla her seferinde yeniden teyit edilmektedir. Çünkü geçmişle yüzleşemeyenler, gelecekte de aynı hataları yapmaya mahkûmdur.
Sonuç olarak, Kıbrıs Türk halkının eşitlik, egemenlik ve güvenlik haklarından vazgeçmesi bekleniyorsa, bu beklenti baştan yanlıştır. Erhürman’ın da net biçimde ifade ettiği gibi, kimse bu halktan haklarından vazgeçmesini boşuna beklemesin. Barış, inkârla değil; hakikatle, yüzleşmeyle ve eşitlikle mümkündür. Hristodulidis ve temsil ettiği siyaset, bu temel gerçeği kabullenmedikçe, söyledikleri her “barış” sözü havada kalmaya devam edecektir. Bizden söylemesi…