Doğu Akdeniz son yıllarda sadece enerji kaynaklarının değil, aynı zamanda büyük jeopolitik hesapların da merkezinde yer alıyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, İsrail’in Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile geliştirdiği işbirliklerine yönelik “teneke tıngırtısı” ifadesi, aslında bu yapay ittifakların ne kadar kırılgan ve gerçeklikten uzak olduğunu özetleyen çarpıcı bir tanım niteliğinde.
Bölgedeki bazı aktörler masa başında haritalar çizip, Türkiye’yi ve Kıbrıs Türkü’nü yok sayan planlar üretirken, sahadaki gerçekler bu senaryoları her defasında boşa çıkarıyor.
Erdoğan’ın altını çizdiği gibi, ister Doğu Akdeniz’de ister Ege’de olsun, Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk halkının haklarını hedef alan hiçbir girişim karşılıksız kalmaz.
Bu söylem bir tehditten ziyade, yıllardır istikrarlı biçimde savunulan bir devlet politikasının özetidir. Türkiye ne başkasının hakkına göz diker ne de kendi hakkının gasp edilmesine izin verir.
Bugün Rum Yönetimi, Yunanistan ve İsrail arasında yapılan üçlü toplantılar, imzalanan anlaşmalar ya da verilen siyasi mesajlar, bu gerçeği değiştirmeye yetmez.
Öte yandan Rum tarafında zihniyetin değişmediği bir kez daha gördük. Rum Başpiskoposu Yeorgios’un Noel genelgesinde, iki bölgeli iki toplumlu federasyon modelini dahi “ulusal ötenazi” olarak nitelemesi, aslında federasyon söylemlerinin Rumlar açısından da artık bir taktikten ibaret olduğunu ortaya koyuyor. Yıllarca masada savunuluyormuş gibi yapılan bu modelin, ilk fırsatta reddedilmesi kimseyi şaşırtmamalı.
Tüm bu gelişmeleri ABD’nin bölgeye yaklaşımıyla birlikte değerlendirdiğimizde, özellikle Trump döneminde Güney Kıbrıs’ın fiilen İsrail eksenine teslim edildiği açıkça görülüyor. Washington’un attığı adımlar, Rum Yönetimi’ni bağımsız bir aktör olmaktan çok, bölgesel planların bir aparatı hâline getirmiştir. Güney Kıbrıs bunun henüz farkında olmayabilir; ancak gidişat nettir.
Bu noktada federasyon gibi söylemlerin artık gerçekçi olmadığı açıktır. Ada’daki iki halkın farklı tarihsel, siyasi ve güvenlik algıları, tek çatı altında zoraki bir birlikteliğin mümkün olmadığını defalarca göstermiştir.
Günün sonunda Kıbrıs’ta iki ayrı yönetimin varlığı, herkesin kabul etmek zorunda kalacağı bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır. Türkiye’nin savunduğu iki devletli çözüm, bir inat değil, sahadaki fiili durumun ve adalet arayışının doğal sonucudur.
Doğu Akdeniz’de yükselen sesler çok olabilir; ancak çoğu sadece birer “teneke tıngırtısı”ndan ibarettir. Kalıcı olan ise gerçeklerdir ve o gerçekler, er ya da geç herkesin önüne çıkacaktır. Bizden söylemesi…