Rum lider Hristodulidis’in son dönemdeki açıklamalarına baktığımızda kulağa hoş gelen bir “müzakereye hazırız” söylemi duyuyoruz.
Her fırsatta, masanın her an kurulabileceğini, Rum tarafının çözüme açık olduğunu iddia ediyor. Ancak siyaset yalnızca söylenen sözlerle değil, atılan adımlarla ölçülür.
Rum Yönetimi’nin fiili uygulamalarına baktığımızda ise bu söylemlerin içinin ne kadar boş olduğu açıkça görülüyor.
Bir yandan, KKTC’de kalan eski Rum malları üzerinden tutuklama listeleri hazırlanıyor. Bu listeler, yalnızca bireyleri değil, doğrudan Kıbrıs Türk halkının siyasi ve ekonomik varlığını hedef alıyor.
Başbakan Ünal Üstel’in de net biçimde ifade ettiği gibi, bu yaklaşım hukuk değil, düpedüz zorbalıktır. Daha da vahimi, Rum Yönetimi bu adımları atarken, Avrupa Birliği hukukunu şekillendiren Fransız yargısından gelen ve bu uygulamaların hukuki temelden yoksun olduğunu ortaya koyan kararları dahi görmezden gelmektedir.
Bir başka ifadeyle hukuku işine geldiğinde hatırlayan, işine gelmediğinde yok sayan bir anlayışla karşı karşıyayız.
Diğer tarafta ise hız kesmeyen bir askeri ittifak süreci var. Güney Kıbrıs’ın Yunanistan ve İsrail ile 2500 kişilik tugay seviyesinde ortak bir askeri birlik kurmaya yönelik anlaşmalar imzalaması, 2026’da ortak askeri tatbikatlara hazırlanması tesadüf değildir.
Bu adımlar, “barış ve uzlaşı” söylemleriyle taban tabana zıttır. Müzakereye hazır olduğunu söyleyen bir yönetim, neden bölgeyi daha fazla silahlandırma yoluna gider?
Bu sorunun cevabı, Rum tarafının gerçek niyetini ele veriyor.
Aslında Rum siyasetinin arkasındaki asli yönlendiriciyi görmek isteyenler için kiliseden gelen açıklamalar yeterince nettir. Başpiskopos’un “Türkiye’ye Kıbrıs’ın bir parçasını asla teslim etmeyeceğimizi belirtmeliyiz… Eğitimde, savunmada son sözü kilise söyler… Uzlaşmacı Tufan Erhürman’a aldanmayalım” şeklindeki ifadeleri, Rum Yönetimi’nin zihniyetini tüm çıplaklığıyla ortaya koymuştur.
Sivil siyaset görüntüsü altında, dini ve milliyetçi reflekslerle şekillenen katı bir çizgi vardır.
Cumhurbaşkanı Erhürman’ın da bu tabloyu net biçimde gördüğü açıktır. Rum tarafının gerçek anlamda bir anlaşmaya, hatta federasyona dahi niyeti olmadığı ortadadır. Amaç, zaman kazanmak, Kıbrıs Türk tarafını uluslararası alanda baskı altına almak ve fiili durumu kendi lehlerine çevirmektir.
Bu noktada Kıbrıslı Türklere düşen görev açıktır: Aklımızı başımıza toplamak zorundayız. İç çekişmelerle, kişisel hesaplarla vakit kaybetme lüksümüz yok. Şimdi birlik zamanıdır.
Farklı görüşlerimiz olabilir, farklı çözüm modellerini savunabiliriz; ancak Rum tarafının samimiyetsizliği karşısında ortak bir duruş sergilemek hayati önemdedir. Tarih, dağınık toplumların değil, birlik olabilenlerin ayakta kaldığını defalarca göstermiştir. Kıbrıs Türk halkı da bu bilinçle hareket etmek zorundadır. Bizden söylemesi…