Dünyanın en değerli temelini insan olarak kabul edersek ve tek bir insanı kaybetmenin bile ne denli acı olduğunu, o zaman anlarız “en kötü barışın bile, en haklı savaştan daha iyi olduğunu”.
Daha çocukken öğrendim barışı. Bir dönemin en yaygın ismi olmaktan öte, onu özleyenlerin gözünde gördüm. Acılarla dolu kalplerde hissettim. Buruklukların umutla yeşermesini bekleyen duygularda duyumsadım.
Zamanın geçmesinde beklenen barışa ahsret değişimleri özlerken, değişmezler olduğunu da öğrendim.
Alışıla gelmiştir hep, öğretildiği gibi kabullenmek kavramları. Değiştirmeden. Değiştiremeden. Beyaz, beyazdır örneğin ve iyinin sembolüdür. Bir saat altmış dakikadır y ada bir gün yirmi dört saat, haftada yedi gün vardır. Kimse çıkamaz bunun dışına. Çocukken anlam veremediğim kimi değişmezlikler arasındaydı tüm bunlar.
Neden böyleydi? Kim böyle olmasını sağlamıştı?
Kim, mutluluğa mutluluk demiş ve kim bunu hüzüne zıt yapmıştı?
Savaşın karşıtı nasıl oluyor da, bir şarkıcı oluyordu? Benim en çok çocukluğum geçti, hiç bir şey anlamadan barış adına. Hep “barış arayışı” cümlesiyle verildiğini gördüm, Kıbrıs haberlerinin.
Barış’ı ailemin çok sevdiği bir şarkıcı olarak tanıdım yıllarca. Ne, ne olduğunu anladım, ne de nasıl olacağını?
Kendimi bildim bileli, barışın görüşmeleri oldu. “Bu kez olacak” cümlesinin, umudun tanımı ve “yine olmadı” cümlesinin hüsranın tanımı olduğunu öğretmemişlerdi oysa okulda.
*
Yıllar ayaklarımın altından kaydı gitti. Dante’nin ölçüsüne vardım, yılların nasıl geçtiğini her düşündüğümde, şaşarak.
Giderek, gidenler daha bir yakınlarım olmaya başladı. Yaşayan tanıdıklarım ben byüdükçe artarken, giderek hayatta olmayan tanıdıklarım da arttı. Taşıma sırası, hızla taşınma sırasına dönüyor ama dedemin babama, babamın bana anlattığı barış masalları, Akdeniz’in bu hırçın adasında hiç konaklamayan yaz bulutları gibi gelip, geçiyor.
Anlatıldıkça masal kalıyor barış. Korkarım, korkacağım çocuğuma anlatmaya, aynı masalları.
*
Barış, Ada’nın sıcağını, Akdeniz’in içten ve samimi yüzünü çağrıştırır bana hep.
Kaybedilse de zaman, alıştırıyor bizi her şeye, ama unutturamıyor da hiç birşeyi. Oysa nice savaş aldatmacalarında hiç kimse kazanmıyor.
Önce savaşmayı öğrendi insan, barışmaya giden yol olarak.
Önce savaşmayı öğrendi, sonra barışı keşfetti.
Önce savaşabilmeyi öğrendi, sonra barışabilmeyi unuttu.
Önce savaştı, sonra bir türlü barışamadı.
Savaşıncaya kadar kimse anlamadı barışı. Ama biz anladık, en iyi biz anladık.
*
Bugün tüm dünyada barış günü olarak anlam taşıyan bir gün. Düşmanlığa inat, insanlığın en son yaşadığı Dünya Savaşı’nın, başlangıç tarihi seçildi barış için.
Tüm savaşlarda yitirilen onca canın, harcanan zamanların, acının, ihanetin, hırsın, geleceği yalnızlığa mahkum edilen çocuklar yaratmanın ve mutsuz sonların ardından, tüm bunların tarih kitabı olsun diye yaşanmadığını anlamalı insan.
Her savaştığında, gelecek zamanlara doğru çıkılan yoldan çalınan zamanlar olduğunu dilerim anlamıştır artık insan.
Halklar arasında barışın oluşturulması yılların birikimiyle olabilir ancak, düşmanlıkların oluşması ise, sadece bir gecede.