Çocukluk dendiğinde pek çoğumuzun aklına ilk gelen oyuncaklardır. Sunay Akın da aynı yolu izleyerek, “ Kırdığımız Oyuncaklar” isimli kitabında oyuncakları anlatıyor. Bana beni, çocukluğumu anlattı. Okurken kendimden geçtim. Yazar, oyuncakları yazmakla yetinmeyerek İstanbul’da bir “ Oyuncak Müzesi” hazırlamış. İlk fırsatta İstanbul’a gidince arayıp bulacağım. Kurşun Asker’lerden, kumbaraya, tahta attan pilli trenlere uzanan bir müze...
Yazar, o yıllardaki kumbaraları bir düş gemisine benzetiyor. Ama batan bir düş gemisine... Çünkü almayı hayal ettiği hiçbir şey alınmıyor ve büyükler tarafından o paralara el konuyor. Ya da adına “biriktirme” denilen, çocuk aklıyla anlamsız bir şey için dokunulmaz oluveriyor. Umutların kar gibi eriyivermesi, ne kadar kötü bir son...
Kitabı okurken sık sık yaptığım bir şeyi tekrarladım. Gözlerimi kapatıp çocukluğuma döndüm. Ne zaman böyle yapsam, anıların sağanağı altında sırılsıklam olurum. Bazen gözlerim dolar, dudaklarım bükülür; bazen de o anların gölgesinde mutluluk ülkemi bulurum...
Benim çocukluğumda çeşit çeşit oyuncaklar ne gezer! Olsa olsa yaratıcılığın sınırlarını zorlayan bez ya da süpürgeden yapılan bebekler... Mısır tarlalarında, koçandan yapılan, mısır püsküllü sarı saçlı bebekler bir de... Olanca ihtişamı ile hayal gücümüzün yarattığı oyuncaklar. Aslında çocuklarımıza hayallerinde tamamlayacakları oyuncakları seçmeliyiz. Bir tahta parçası, onların dünyasında kolayca bir at, bir araba ya da ev oluverir. Yaratıcılıkları gelişir böylece.
Geçenlerde gelincik resmi gördüm bir dergide... Beni çok gerilere, çocukluğuma götürdü. Biz, gelincik çiçeğinden bebekler yapardık ve inanın çok güzel olurdu. Bunun için önce tomurcuk halinde, kocaman bir gelincik bulmalısınız. Biraz yırtılıp kırmızı elbisesi dışarı çıkmış olanı, bu iş için tam biçilmiş kaftandır. Dikkatlice aralıktan elbisesini yavaş yavaş çıkarırsınız. Bu inanılmaz bir görüntüdür... Kırışık, kabarık bir gece elbisesi gibi... Ardından açmış bir gelinciğin, hatta dökülmek üzere olanın ortasını alırsınız; o da tepesindeki siyah incecik tellerle tam bir baş olur. Gelinciğin sapına onu taktınız mı, dünyanın en güzel bebeği sizin olur. Nasıl ama? Harika değil mi? Bahar gelince, mutlaka siz de gelincikten bir bebek yapın...
Sanırım içimizdeki çocuk böyle olunca hiç büyümüyor. Geçmişi üzülmek için değil, mutluluk duymak için hatırlamalı insan. Ya da düne göre bugün ne kadar güzel şeylere sahip olduğunu anlamak adına yapmalı bu yolculuğu... Güzel anılarınıza her gün bir yenisini ekleyin olur mu?