Uçaktayım. Almanya’da Hessen Eyaleti’ndeki seçim kampanyasındaki görevimden dönüyorum. Birazdan İstanbul’a inecek ve orada da Mustafa Sarıgül ile birlikte Cevahir AVM’de “Avrupa’ya Göç” konusunu işleyen bir karikatür sergisi açılışına katılıp peşinden de bir şekilde sevmeye başladığım adaya geleceğim.
Elimdeki gazetede Hollywood’un ünlü starlarından Heath Ledger’in evinde ölü bulunduğunu okuyorum. Cansız bedeninin yanında çok sayıda “ancak reçete ile alınabilinecek ilaçlar” bulunmuş. “Eğer artık ölürsem, buna hazırım” demiş bir röpörtajında. “Nasılsa 2 yaşındaki kızı Matilda’nin onu yaşatacağını” dile getirmiş açıklama olarak da 28 yaşındaki aktör.
Bu yaşam felsefesi bana yabancı değil. Çok sevdiğim bir arkadaşım da yaşam ve ölüm söz konusu olduğunda “ölürsem kimse üzülmesin, çünkü doya, doya yaşadım” derdi. Gözü pek, cesur bir dosttu. Politikada bir takım odaklarla takıştığında ona “dikkatli ol” dediğimizde cevabı hazırdı “acı patlıcanı kırağı çalmaz”. Buna rağmen ısrar ettiğimizde “ölüm” derdi, “ölüme hazır olana uğramaz”. “Ölümü ben kovalıyorum, o ise benden kaçıyor” diyerek yaşamından kesitlerle bunu kanıtlamaya çalışırdı. “Turp gibi sağlam” tanımı ona çok uyardı. Tüm doktor kontrollerinden “sağlıklı” çıkmakla gurur duyardı. Sporuna dikkat ederdi. Bir gün doktorundan bir mektup aldı. Son yaptırdığı kontrollerin sonuçları nedeniyle kendisi ile acilen görüşmek istiyordu doktoru. Gerçekçiydi. Böyle bir mektubun boşuna gelmeyeceğini biliyordu. Bana bu konuyu açtı ve “hayırlı bir haber almayacağım, galiba” dedi gülerek. Ardından doktoruna gitti. Hemen peşinden hastaneye. Ertesi sabah sorununun ne olduğunu biliyordu artık. Gene de emin olmak istedi. Başka uzman doktorlara başvurdu. Randevu almasının ne kadar kolay olduğunu gördüğünde, bu kolay randevulara neden olanın adının değil sorununun vardığı boyut olduğunu farkettiğinde kararını vermişti. Ameliyat olmayacaktı. İlk olarak sevdiği kadına durumu anlattı. Sadece bir kaç arkadaşını bilgilendirdi. Onu ikna etmek mümkün olmadı. “Film benim filmim. Sonunu belirleme hakkına sahip olmak istiyorum” dedi ve kararlıydı. Ameliyat ve ardından çekecekleri ve belki de buna rağmen tüm bunların hiç fayda sağlayamayacak olma ihtimali onun “kendi kaderimi kendim belirlemek istiyorum” kararını perçinledi. Bir gün çok süratli giden aracı kimsenin anlayamadığı bir nedenle yoldan çıkıp duvara çarptı. Sadece onu ve sırrını bilenler biliyorlardı bu kazanın belki de basit bir şöför hatası olmadığını.
O hep “ölüme meydan okumakla” övünen dostumuzun çoktan içine yerleşmişti düşman doktordan “kanser” olduğunu öğrendiğinde. Biz insanların yaşam tarzımızla yarattığımız ve mahvettiğimiz doğanın bir bedeli olarak hiç ummadığımız anda kendi içimizde olduğunu öğrendiğimiz lanet hastalık. Uygarlığımızın vardığı mükemmel düzeyde bile baş edemediğimiz düşman. Bence ameliyat olmalıydı ve savaşmalıydı. Maalesef yapmadı. Aynı durumda ben olursam bir gün tüm gücümle direnmeye karar verdim, arkadaşımın başına gelenleri gördükten sonra.
Uçakta işte bunları düşünürken utandım bir politikacı olarak. Avrupa Parlamentosu’nda sigara endüstrisi aleyhine alınacak bir kararda “hiç sigara içmeyen ben” o dönemin Şansölyesi Schröder “sakın böyle bir karar almayın, binlerce işçimiz var bu alanda” dediği için “karara karşı oy” kullandığımı hatırladığımda. Biz politikacılar aslında “çok önemli” diye tanımladığımız bir sürü ıvır zıvırla uğraşırken insanlığın en büyük düşmanı kanser yayılmaya devam ediyor.
AKP Başkanı ve TC Başbakanı’nı bu konuda kutlamak gerek. Sigaraya karşı kararlı bir savaş veriyor. Sadece bu yeterlı değil bu düşmanı engellemek için ama bu da iyi bir karşı saldırı. Star Kıbrıs’ın KKTC’nin bence en profesyonel sayfalarını sunan ekibinin de 1 Şubat 2008’den itibaren “sigaraya son” kararının kanser konusunda çok dertli Kuzey Kıbrıs’a örnek olmasını diliyorum.