Biz politikacılar ile gazeteciler arasındaki ilişki çok '*özeldir'*.
Birbirimize kolay, kolay *sırtımızı dönmeyiz*. Buna rağmen çok sıkı bir alış
veriş içindeyizdir. Ancak bu tam bir '*Kapalı Çarşı Alış Veriş Felsefesi*'
kapsamında gündeme gelir. Birbirimize *bağımlı* olduğumuz oranda birbirimize
karşı had safhada *dikkatli* olma zorunluluğumuz vardır.
Gazeteci politikacı tarafından '*tongaya düşürülürse*' hayatı boyunca
unutamayacağı ve hatırlatıldığında 'yüzünün kızardığı' manşetlere imza atar.
Politikacı hayatının hatasını yapıp gazeteciye güvenmek '*salatalılığını*'
yaparsa üzerine öyle skandallık manşetler yapışır dururki hayatı boyunca
'kazır durur ama çıkaramaz'.
Gazeteci politikacıyı dinler ve yazar. Politikacı yazılanı okuduğunda çoğu
kez '*bu gazeteci kiminle konuştu yahu*, bunlar benim laflarım değil' der.
Politikacı ise gazeteciye 'tüm gizli bilgileri verirken ve yazılmamasını'
talep ederken aslında yazılması istediklerinin istediği şekilde gazeteci
tarafından ertesi gün yazılacağından emindir. Önemli olan gazetecinin
'atlatma olanağına' sahip olmasıdır. Ana bilginin '*miniminnacığı*'
gazeteciye verildiğinde '*dev bir manşet*' olmak için yeterlidir.
Neyse kısacası politikacılar ve gazeteciler olmazsa ve birbirlerini
böyle '*idare
edemezlerse*' gazeteler can sıkıcı olur. Bu nedenle okuduğunuz her gazete
bir 'politikacı ve gazeteci zorunlu ekip' çalışmasının ürünüdür.
Biz politikacılar gazetecileri, gazeteciler de biz politikacıları 'eminim' *çok
severiz*!
Şimdi çok '*sevdiğim*' bazı gazetecileri biraz *kızdıracağım*. Konum Kıbrıs
ve TC Lefkoşa Büyükelçisi.
Gazetecilik sanatının tüm olanakları seferber edilerek ve de aslında onu
kızdırmak dileğiyle 'TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'da okur mu acaba,
keşke...' dualarıyla bol, bol *abartılarak* hakkında övgü yazıları dizilen
TC Lefkoşa eski Büyükelçisi uğurlandıktan sonra bazı gazeteci arkadaşlar
'Nisan Bir' tarihinden itibaren yazacak konu bulamadıklarından olsa gerek
başladılar TC'nin yeni Lefkoşa Büyükelçisi'ne *nasihatlar vermeye*.
'Sakın Vali olmayın, Büyükelçi olun', 'halka kendinizi sevdirin',
'Ankara'nın politikalarını sert bir şekilde uygulamayın' ve daha neler,
neler.
Neredeyse kendilerini frenleyemeyip 'sokağa çıktığınızda vatandaşlara
'merhaba' demeyi ihmal etmeyin', 'kırmızı ışıkta durun', 'kebab yerken
şeftali kebabını sakın red etmeyin' tarzı önerilerde bulunacaklar.
Adada yaşamanın psikolojisi ile bazı gazeteci arkadaşlar '*her zaman her
şeyi en iyi kendilerinin bildikleri*' iddiasında olduklarından olsa gerek TC
Büyükelçisi'nin de onların bu '*yüce erdemlerinden*' yararlanması '*
büyüklüğünü*' göstermekteler.
Beyler, ben gene de bir hatırlatma yapmaktan yanayım.
Türkiye bu sefer sadece '*diplomat*' olan bir devlet görevlisi atamadı. Bu
sefer gelen şahsiyet *en az* bir 'diplomat kadar diplomat'. Ancak ondan öte
donanımları var. Diplomasi konusunda eminim gerekeni yapacaktır. Ancak
KKTC'ye gelen Büyükelçi'nin sadece bir diplomat becerisine sahip
olması *yeterli
değil*. Aynı zamanda *bir İstanbul Valisi'nin olması gerektiği
kadar*'yönetici' olması zorunluluğu da var.
Türkiye'nin yeni Lefkoşa Büyükelçisi *Halil İbrahim Akça* işte bu açıdan
KKTC için en doğru kişi.
Bence ona '*işini nasıl yapmasını*' öneren yazılara harcanan enerji
'KKTC'nin ekonomik sorunlarının çözümüne yapıcı öneri ve düşünceler' için
harcansa çok daha *hayırlı* olacak.
KKTC'de Türkiye doğru adımı attı. Şimdi adım atma sırası hükümette,
partilerde, sendikalarda ve medyada.
Ben Sayın Büyükelçimize yürekten kolay gelsin diyorum!