Türkiye'de Genel Seçim Sonucu Aşağı Yukarı Ortada

KKTC'de son günlerde özellikle '*sol*' olarak kendilerini tanımlayan partilerin başkanlarının Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi *Halil İbrahim Akça *'ya yönelik söylemlerini sertleştirdiklerini gözlemlemekteyiz.

KKTC'de son günlerde özellikle '*sol*' olarak kendilerini tanımlayan
partilerin başkanlarının Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi *Halil İbrahim Akça
*'ya yönelik söylemlerini sertleştirdiklerini gözlemlemekteyiz.

Halil İbrahim Akça'nın tüm medya kurumlarını hem de kendisini
neredeyse '*belden
aşağı*' içeriklerle eleştirenler de dahil olmak üzere ziyaret etmesi
esnasında KKTC'nin sorunlarına yönelik görüşlerini açıklaması gündemin ana
konusu gibi ele alınır oldu.

Politika böyle ilginç bir olay. Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi medyayı
ziyaret etmese '*niye bizimle görüşmüyor*' diye sesler yükselirdi.
Görüşlerini dobra, dobra açıklamasa '*Büyükelçi kapalı kapılar ardında neler
konuşuyor?*' diye eleştirilere maruz kalırdı.

O ise düşünce özgürlüğü ortamında açıkladığı görüşlerinden dolayı belli bir
kesim tarafından çok sert eleştirilmekte. Oysa bugüne kadar gelmiş, geçmiş
en '*şeffaf*' büyükelçi konumunda.

Geçmiştekiler gibi sessiz sedasız faaliyet halinde değil. Gördüğü sorunları
dile getirirken gayet doğal olarak kendi bakış açısını da belirterek
demokratik bir tartışma ortamını değerlendirmeye çalışıyor. Her görüşünü
herkes elbette kabul etmek zorunda değil. Ancak bu nedenle onu '*Büyükelçi
misin, vali misin?*' diye sorgulayanlar bence '*valilerin nasıl
çalıştıklarını*' bilmediklerinden hata etmekteler.

Neyse gene bazı malum çevreleri kızdırıyorum. Çünkü demokrasi söz konusu
olduğunda hep özgürlüklerden *ahkam kesen* kimileri işlerine gelmeyen
içerikleri okuduklarında başlıyorlar '*sen Kıbrıslı değilsin niye
konuşuyorsun?*' demeye. Komik ama gerçek. Bu tarz yaklaşımı kendilerini
solcu diye tanımlayanlar yaparken yaşamım boyunca bir çok vatandaşı
olmadığım ülkede düşünce özgürlüğünün tadını çıkaran bir kişi olarak böyle
lafları o ülkelerdeki aşırı sağcılardan bile duymadım. Demokrasilerde kimse
kimsenin 'doğduğu toprağa bakmaksızın, ten rengini ya da dilini göz önünde
tutmaksızın' farklı fikirlerin tartışılmasından rahatsız olmaz.

KKTC'de TC Büyükelçisi ile ilgili hararetli tartışmalar sürerken Türkiye'de
de gündemin tek maddesi *12 Eylül 2011* Genel Seçimi.

Seçim kampanyaları çok çetin geçmekte. İktidar ve muhalefet arasında
kullanılan dil her geçen gün daha da sertleşmekte. Seçime yönelik karanlık
oyunlar da eksik değil.

Bir bakıyorsunuz Başbakanı korumakla görevli polisler terörist bir saldırıya
kurban gidiyor.

Bir bakıyorsunuz en başta AK Partili adayları çok tedirgin edecek bir
şekilde CHP Kalesi İzmir'in Büyükşehir Belediyesi'nde böyle hassas bir
zamanda bir soruşturma başlatılıyor.

Her ne kadar 'Peki ama MHP'nin böylesine önemli şahsiyetleri nasıl bu derece
ofsayta düşmekteler?' diye haklı olarak sorsak bile kabul edemeyeceğimiz bir
şekilde birileri insanların özel yaşamlarına yönelik hak ihlalleri ile kirli
kaset oyunları çeviriyorlar.

Bütün bu gürültü patırtı bir gerçeği görmemize engle değil.

Objektif bir bakış açısından seçim sonucunun şimdiden belli olduğunu
görmekteyiz.

*AK Parti*'nin iktidarı tek başına oluşturacak meclis çoğunluğuna sahip
olabileceği bir seçim sonucu alacağını aslında Referandum Sonucu'nu
duyduğumuzda farketmiştik. Öyle de oluyor. 13 Haziran 2011'de Türkiye'de
iktidar değişmeyecek. Kabine değişecektir ancak temel politikalar açısından
bir değişiklik söz konusu değil. Örneğin Kıbrıs'ta sorumlu Devlet Bakanı kim
olacak konusunda yorum yapanlar var. Bana geçenlerde *Haberdar* Gazetesi'nde
'*Karga'nın*' köşesinde bir cümle oldukça gerçekci geldi. Okuyanlar bilir.

*CHP*'nin yüzde 25 ve 28 arası bir sonuç alacağı konuşuluyor. Kemal
Kılıçdaroğlu başkanlığını ve ana muhalefet liderliğini sürdürebilmek için
yüzde 25'i aşmak zorunda. Pazartesi Günü İstanbul'da Nişantaşı'nda bir kahve
sohbeti yaptığım eski CHP milletvekili ve kamuoyu araştırmalarının üstadı
bir baba dostunun verdiği rakam yüzde 26 idi. Göreceğiz.

*MHP*'nin barajı aşıp aşamayacağı konusunda ben kıl payı da olsa başaracağı
inancındayım. Ancak unutmamak lazım: 2007 seçimlerine kıyasla bu defa seçmen
sayısı takriben altı milyon fark ediyor. Seçime katılım yüzde seksen
civarında olursa baraj için ihtiyaç duyulan oy sayısı da 2007'den daha fazla
olacak. Bu nedenle MHP'nin barajın altında kalabileceğini iddia edenler de
hala az değil. Bakalım kasetler MHP seçmenini dayanışmaya mı yoksa kopmaya
mı yönlendirecek.

*BDP ve bağımsızlar* her seçimde olduğu şekliyle TBMM'de olacaklar.

Kısacası 13 Haziran 2011'den itibaren Türkiye'de iktidar değişimi
bekleyenler bence 2015'e yönelik planlar yapsa daha iyi olur.
Bu haber 555 defa okunmuştur

:

:

:

: