Dünya ve Avrupa medyasından zaten umudum yoktu. Ama Türkiye medyası da yeterli ilgiyi göstermedi, Brüksel eylemine. Neyse ki kendi uydu yayını yapan kanallarımız var. Gerçi onlar da yeterince yabancı dil kullanamıyor. Ancak yine de eylemin, daha da artırılarak devam etmesi, devam ettikçe duyurulması gerekiyor. Ada’da varkalma mücadelemiz, varlığımızı ve mücadelemizi Avrupa’nın her karış toprağında ifade etmeye daha da yönelmeli. Avrupa’da yaşayan yurttaşlarımızla sıkı temas içinde eylemler artırılmalı. Tüm Avrupa hukuğuna rağmen sürdürülen ambargolara, karşı durmanın günümüzdeki modeli, bire bir iletişim, yerinde iletişim. Güney’in bizden onlarca yıl önce başladığı ve sürdürdüğü model de bu. Biz geç bile kaldık. İç siyaset peşinde koşarken yıllarımız harcandı. Haksızlık bu!
*
Uluslararası temaslarda bulunduğunuz zaman, Birleşmiş Millletler’e kayıtlı, tanınmış bir ülkeden gelmemenin burukluğunu mutlaka hissedersiniz. Boynunuz, amaçlarınız kadar dik ama, muhataplarınızın inisiyatifi kadar eğik durur. Onlarca yıldır yaşanan bu türden sıkıntıları, kimi zaman bir aşağılanma olarak bile algılamanız mümkündür. Oysa, dünya üzerinde yaşamını sürdüren diğer ulusların insanlarından, hak olarak eksiğimiz bulunmuyor. Buna rağmen uluslararası camia karşısında aşağılandığımız duygusuna kapılmamak elde değil. Haksızlık bu!
*
1980’lerin Türkiye’sini hatırlayanlar, bir çok konuda Kıbrıs Türk halkının ileri noktada oluşunu da hatırlar. Geçen zamanla Türkiye’nin attığı dev adımlarla ilerleyişini izlemek bizlere elbette gurur vermiştir. Ancak, kendi ivmemizin yavaşladığı onlarca yıl boyunca bu ilerlemeye izleyici olmak, zaman zaman boynumuzu bükmüştür. Geçen onlarca yılda “ağustos böceği” uygulamalarla, geride kalışımızı, adaletsiz paylaşıma hatta tek başına “paylaşım” ilkesinin varlığına bağlamak mümkün. Günü kurtaran politikaların gerek empoze gerekse benimsenmesi sayesinde, gerilemedik ama ilerleyebileceğimiz noktadan geride kaldık. Haksızlık bu!
*
Burnumuzun dibinde, yıllarca CMC topraklarımızı sömürdü ve gitti. Onlarca yıl boyunca Lefke halkı her sokaktan bir kaç kanser kurbanı verdi. Onca 10 yıl geçtikten sonra, hukuk devleti ve hukuk dünyasında nihayet dava açmak aklımıza geldi, açabileceğimizi düşündük. Lefke ve Gemikonağı’na girerken, bilim kurgu filmlerindeki bir “kobay kente” girer hissini yıllardır yaşadığımız yanımıza kalırken, kendi insanımıza temiz bir çevreyi kuramadığımız gibi, medyanın “ara sıra” gündeme getirmesi dışında, ne biz ne de çevre duyarlısı yerli ve uluslararası kurumlar kesin çözüm getiremediler, getirmek için sürekliliği olan programlar uygulayamadılar. Haksızlık bu!
*
Vagonları tamammış gibi, her alandaki alt yapımızı hazırlamaksızın, lokomotif arayışımız oldu. Onlarca yıl boyunca “lokomotif turizmdir” dedik, şimdilerde kumarhanelere, otellere kızar olduk. Ardından “lokomotif inşaat olsun” dedik, çevreci öngörülerle inşaatlara laf eder olduk. Ardından “eğitimi lokomotif seçelim” dedik, öğrenciden şikayet ettik. Hatta daha ileri giderek kendi değerimiz üniversitelerimizi sırf açılmasını istemediğimiz fakülteler nedeniyle “en demokratik hak olan” protestoyu yaparken “kalitenin düşeceği” gibi ifadelerle, üniversitelerimizden mezun onca mimarı, avukatı, iktisatçıyı, mühendisi aşağıladık. Haksızlık bu!
*
Bunca haksızlığın tam ortasında bir de acı var. Dünyanın Kıbrıs Türkü’ne uyguladığı ve hazmedemediğimiz onca haksızlığın yanında, kendi kendimize yaptığımız haksızlıkların acısı. Sizce bir birimizin üzerine basmaktan vazgeçmenin zamanı artık gelmedi mi?