Türkiye’nin “istediği” siyasetçilerin kaderi

Bugüne kadar Türkiye’nin desteğini arkasına alan Kıbrıslı Türk siyasetçiler Kıbrıs Türkü’nün gündemi arasında sıcak bir konu olarak yerini alagelmiştir.

Bugüne kadar Türkiye’nin desteğini arkasına alan Kıbrıslı Türk siyasetçiler Kıbrıs Türkü’nün gündemi arasında sıcak bir konu olarak yerini alagelmiştir.
En yakın örnek olarak bugün İrsen Bey ve yanındakiler “Türkiye beni istiyor...” diyerek parti içindeki iktidar kavgasını vermektedir.
Yakın geçmişte de ÖRP’nin kurucusu Turgay Avcı ve benim de kurucusu olduğum, tam bir yıl sonra da sözlerimizin arkasında istifa ettiğim DGP’nin kurucu başkanı Tahsin Ertuğruloğlu da Ankara’dan destek (manevi destek) almıştı.
ÖRP kendisine sağlanan maddi imkanlarla ciddi bir örgütlenmeye girişti ama en sonunda duvara tosladı, çareyi Ankara’nın baskılarıyla geri UBP’ye dönmekte buldu, ama UBP tabanı ve tavanı buna karşı çıktı.
İrsen Küçük tarafından partiden atılan Tahsin Ertuğruloğlu, ben ve bazı akademisyen arkadaşların da katıldığı bir ekiple birlikte diğer partilerden farklı bir yapıya sahip olan Demokrasi ve Güven Partisi’ni kurdu, ana amaç olarak Kıbrıs Türk siyasetine temiz ve toplumcu siyaseti getireceğimizi söyledik, ancak söylemlerimizi ve argümanlarımızı pazarlamak, topluma taşımak için kılımızı kıpırdatmadık.
Sanki bir yerlerden birileri “aman ha, sesinizi çıkarmayın, çıkaracağınızda da ne şiş yansın ne kebap, ona göre...” baskısını uzaktan kumandayla uygulamaya koymuştu ve kendi aramızda bile hep bir kopukluk oldu.
Ancak bu da ters tepti, ben DGP’nin bir kurucusu olarak kuruluş misyonumuzu oluşturan vizyon ve hedeflerimizin arkasında duramayacağımı, halka kendimizi kabul ettirmekte istekli davranılmadığını yoğun şekilde hissetmeye başladığım anda defteri kapattım.
Ancak ülkedeki bütün sorunlara rağmen geride kalanlarda derin sessizlik devam etti, bu sessizlik devam ederken de sessiz sedasız diğer kurucu dostlarımın çoğunun da aynı sebeplerden kurucusu oldukları partiden soğudukları bilgisi geldi.
Kısacası, sırtını Ankara’ya dayayan ve icazet bekleyen, kendi toplumundan kopuk olan, kendi ülkesinin gerçeklerine değil de Ankara’nın ortaya koyacaklarına bakan, kendi toplumunun vizyonunu geliştirmek için uğraşacağı yerde Ankara’daki iktidarların Kıbrıs Türkü’ne vizyon uydurmasını bekleyen, Ankara iktidarlarının Kıbrıs Türkü’ne biçtiği donun olup olmayacağına bakmadan kabullenenlerin, ve halkın ayağına gitmek yerine halkın ayağına gelmesini bekleyenlerin, Ankara ile ortak akıl yürüterek iş yapmayanların ve sadece Ankara’daki iktidarların aklına tav olma kolaycılığına kaçanların tümü bu ülke siyasetinde hüsrana uğramışlardır.
Şimdi ise, UBP’nin başında olmasına ve KKTC’nin Başbakanı olmasına rağmen kurultay yarışında sürdürdüğü mücadeleyi “Ankara beni istiyor, Ankara ile çok güzel çalışıyoruz” diyerek ve devletin tüm olanaklarını da delegelerin ayaklarına partizanca sererek kazanmaya çalışan İrsen Bey kendi sonunu getirecek hatayı yapıyor.
“Ankara beni istiyor, Ankara’nın isteği bu doğrultuda” derken kendi toplumundan tamamen koptuğunun, kendi partisinin bile büyük bir çoğunluğu tarafından istenmediğinin farkında değil, ya da farkında, ama sırtını Ankara’ya dayadığı için kendini “güvencede” hissediyor.
Gelelim Türkiye tarafına, gelen geçen Türkiye iktidarları hep Kıbrıs’ta birilerini kendi tarafına çekmiş, bir yerde Kıbrıs Türkü’nün iradesinden koparmış ve halka karşı onları yalnızlaştırmıştır, siyasette ayakta kalabilmeleri için bu gibilere “Ankarasız hiçbirşey yapamazsınız, ya Ankara’ya dayanırsınız, ya da yok olursunuz” mesajı verilmiştir.
Sonucunda da bunlar gibiler seçimlerde hep kaybetmişler, hatta seçime bile giremeden ortadan yok olmuşlardır.
Hatırlarsınız, daha doğrusu kimse unutmamıştır, TC Başbakanı Erdoğan kameraların önünde belki de önceden hesaplanmış bir şekilde bir taşla iki kuş vurmuştu, KKTC Başbakanı İrsen Küçük’e “Sizin maaşınız kaç para” diye sorarken...
Hem İrsen Bey’in prestijni TC ve KKTC kamuoyu önünde yerle bir etmişti, hem de Kıbrıs Türklerine karşı TC kamuoyunda olumsuz bir tepki doğmasını sağlamıştı.
Bu olayın yansımaları uzun süre sürdü ve bir zamanlar AKP’ye sempati duyan Kıbrıs Türkleri, meydanlara dökülüp Erdoğan’a karşı veryansın etti, KKTC ziyaretlerinde protestolar düzenledi.
Belki de istenen sonuç buydu, hem İrsen Küçük’ün prestijini kendi toplumunu nezdinde yerle bir etmek ve hem de İrsen Bey’in iktidarda kalabilmesinin tek çaresinin sırtını Ankara’ya dayamak olduğu bir durum yaratmak...
Bu arada, İrsen Bey de Erdoğan Bey’in yanında avazı çıktığı kadar bağırarak, fırsatını bulmuşken kendisini “Ankara iktidarının yanında duran büyük adam” rollerinde pazarlama derdindeydi.
Bu da Kıbrıs Türkü nezdinde ters tepti.
Bu süreçte, İrsen Bey toplum nezdinde nefret kazandı, AKP iktidarı ile Kıbrıs Türkü arasında ise, aslında Kıbrıs Türk tarafının hiç de istemediği bir soğukluk oluştu.
İrsen Bey’in Kıbrıs Türkü nezdindeki durumu hakkında yapılan anketlerin hiçbirinin sonuçlarının topluma açıklanmadığı da dikkatlerimizden elbette kaçmadı.
Sonuçları İrsen Bey lehine olsaydı elbette açıklanırdı...
Bu arada, Kıbrıs Türkü’nün ekonomik gücü yüzde yetmişlere varan oranda eridi ve Kıbrıs Türk toplumunda ekonomik darboğaz çok ciddi şekilde başgösterdi, intiharlar ve iflaslar birbiri arkasına geldi.
Ve yine bu arada İrsen Bey ve Ankara, kimselerin içeriğinden haberinin olmadığı bir ekonomik programı zorla Kıbrıs Türkü’ne yedirmek derdindeydi, ve ne halse hala da aynı dertte, aynı çabada...
Bu süreçte belli ki Ankara, ilk başlarda mevkisini ciddi şekilde erozyona uğrattığı İrsen Bey’i istediği sonucu alana kadar Kıbrıs’ta yetkili ve etkili tutma derdinde, ancak Kıbrıs Türkü ve kendi partisinin büyük bir çoğunluğu İrsen Bey’i hem yüreğinden hem de kafasından silmiş durumda, o yüzden de kurultayın sonucuna odaklanmış bir şekilde İrsen Bey’in hezimetini görmeyi bekliyor.
Elbette ki kısacık iktidarı boyunca bu kadar yalpalamayı ve toplumun genelinin nefretini kazanmayı beceren İrsen Bey elindeki devlet olanaklarını sonuna kadar kullanacak, ama bütün bunlar yetmeyecek.
İrsen Bey bu yarışı açık ve net şekilde hem Kıbrıs Türkü nezdinde, hem de karpuz gibi ikiye bölünen kendi partisi içinde halahazırda kaybetmiştir.
Güzelyurt’u Türkay Tokel’e karşı alırken tüm devlet olanaklarıyla oraya saldırdı, Türkay Tokel’i kıl payıyla yenebildi, Mağusa’da korkunç bir hezimete uğradı, Girne’de Ahmet Kaşif taraftarları renk vermedi, aynı şekilde Lefkoşa’da da renk vermiyorlar, ama güçlerinin bilincinde olarak emin adımlarla hedefe ilerliyorlar.
Bu mücadelede Ahmet Kaşif’in en büyük artısı, kişiliğidir.
Ahmet Kaşif başkanı olacağı UBP takımını bölüp de kendi takımıyla kavgaya tutuşacak, entrikalarla vakit geçirecek, kendi toplumundan kopacak ve siyasi kariyeri için sırtını tamamen Ankara’ya dayayacak biri olmadığını ortaya koydu.
Yarıştan önde çıkması durumunda alacağı pozisyonu da açıklıkla dile getirdi, Ankara ile düzeyli ilişkilerimizi sürdüreceğiz, tüm KKTC halkını da parti rozetine bakmadan kucaklayacağız, ülkemizi ve toplumumuzu yeniden yaratacağız dedi.
Bu birkaç cümle, ana hedefin anlaşılması bakımından yeterlidir, gerisi teferruattır.
Sonuç olarak, İrsen Küçük destekçilerinin son bir gayretle basında etkisi altına aldığı her dönemin satılık kalemşörlerinin olayı İrsen Küçük – Derviş Eroğlu kavgası olarak lanse etmeye çalışmaları, UBP içindeki bu değişim mücadelesinin Derviş Eroğlu’nun UBP içindeki ipleri elinde tutma mücadelesi olduğunu vurgulama çabaları boşa kürek çekmeden öteye gidemeyecek nafile bir çabadır.
Yeterince açık ve net mi???
Bu haber 217 defa okunmuştur

:

:

:

: