Harvard Üniversitesinin önde gelen siyasal bilim profesörlerinden Howard Gardiner demokratik ülkelerde ünlü liderlerin ve güçlü iktidarların kaçınılmaz çöküşünü üç temel nedene dayandırmaktadır .
1. Milyonları motive ederek onların ümidi olmayı başaran popüler siyasi liderler zaman içinde değişimin ve yenilenmenin ümidi olmaktan çıkarlar. Halka ve genç kuşaklara heyecan veren yeni mesajlar, yeni ufuklar ve yeni projeler azaldıkça kitleleri sürüklemek zorlaşır. Kitleler her zaman ideallerini süsleyen, anlaşılabilir, net hedefler ve bunlara ilişkin inandırıcı net mesajlar bekler.
2. Churchill, Eisenhower ve Thatcher örneklerinde olduğu gibi savaş kazanmış popüler ve karizmatik liderler bile halklarından sürekli fedakarlık talep ederek iktidarda kalamazlar. Halklar bir noktadan sonra siyasi liderlerin fedakarlık talebini reddetme yolunu seçer.
3. Bilgi ve iletişim teknolojisinde yaşanan baş döndürücü gelişmeler ve globalleşme sadece kamu yönetiminde değil, özel sektörde ve özel hayatlarda bile gizlilik duvarlarını yıkabilmektedir. Şeffaf siyaset, şeffaf yönetim ve hesap verme tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar, iktidarların ve siyasi liderlerin icraatlarını ve yaşam tarzlarını sorgulamakta ve denetim altına sokmaktadır. Buna paralel olarak da siyasi liderlerin, uzun süre iktidarda kalmaları giderek imkansız hale dönüşmektedir.
Howard Gardiner’in bu görüşlerini Times gazetesinin, Londra’da düzenlediği “ Times Millenium Konferans’ında” dinleme fırsatı bulmuştum. Özellikle Margaret Thatcher’le ilgili örneğe aşağıdaki değerlendirmeyi getirmek mümkündür.
20inci asrın son 20 yılına damgasını vuran, çağımızın efsane liderlerden, İngiltere başbakanı Margaret Thatcher üç seçim dönemini kazanmayı başararak İngiltere tarihinde eşine ender rastlanan bir siyasi performans sergilemiştir. Ülkede gerçekleştirdiği ekonomik reformlar ve serbest piyasa ekonomisine dayalı liberal ekonomik rejim, kamu iktisadi teşekküllerini başarılı bir program içinde özelleştirmiş, bütçe açıkları azaltılıp disiplinli bir para politikası ile enflasyonu yenmeyi başarmıştır. Kamu yönetiminde hantal ve ağır işleyen devlet modeli yerine çürük yapısı budanmış, verimli, esnek ve rantabl bir devlet anlayışını hakim kılmıştır. Thatcherism diye adlandırılan bu siyasal ve ekonomik felsefe pek çok ülkede benzer reformları tetiklemekle kalmamış, Reagan’la birlikte, serbest Pazar ekonomisi, daha fazla demokratikleşme ve hukukun üstünlüğü kurallarının ilk kez Sovyet Rusya’da da aşamalı olarak, bir ölçüde de olsa, benimsenmesine yol açarak Gorbaçov reformları ile demir perdenin yıkılışında tarihi bir rol oynamıştır. Thatcher, çağın devrimi niteliğinde bu başarılarına rağmen üçüncü seçim döneminde kelle vergisi gibi kitlelerin reddettiği zalim bir vergi rejimi , Avrupa Birliği entegrasyon projesinde kilit kabine üyelerine ters düşmesi, heyecan veren vizyon ve mesajlarının doğurganlığını yitirmesi, oğlu Mark Thatcher’in iş dünyasında annesinin nüfusundan yararlandığı iddiaları ve giderek yavaşlayan yeni atılımlar yüzünden yıpratılmış ve 1990 yılının sonunda kendi parlamento gurubunun isyanı ışığında istifa etmek mecburiyetinde kalmıştır.
Howard Gardiner’in görüşlerini KKTC’ye teşmil edip muhtemel tahmin ve analizler yapmak bu yazının amacı değildir ancak Nisan 2009’da yapılacak seçimler KKTC açısından tarihi bir dönüm noktasıdır. Bu safhada ve yazının yarınki bölümünde KKTC halkına dönük önemli vecibelere dikkat çekmeyi yararlı görmekteyim.
YARIN: KKTC’DE NİSAN 2009 SEÇİMLERİ VE KKTC HALKINA DÖNÜK VECİBELER