Yazısının başlığı , “Kıbrıs’tan, çekilme zamanı.”
Bunun gerekçesini de, bir zamanlar, Yunanistan’da görev yaptığı
yıllardaki anısını anlatarak, Kıbrıs’tan, Türkiye’nin, çekilmesine, zemin bulmaya çalışıyor.
“Aslında, hiç kimsenin, söylemeye cesaret edemediği bir şeyi söyleyeyim:
Aslında, birbirimize de, çok fazla bayılmayız.
Ayni şeyin, Yunanlılarla, Kıbrıslı Rumlar için de, geçerli olduğunu anladığım gün, dehşete kapılmıştım . Atina’da, bir gün, seksenli yıllar .
Rumlar toplanmış, bizim elçiliğin önünde, gösteri yapıyorlar. Yunanlı sevgilimle, oradan geçeceğimiz tutmuş. Kız bana, yekten dedi ki: Bunlar için mi, birbirimizi öldüreceğiz. Bunları, burada kimse sevmez aslında.”
Birbirimize, daha fazla sarılmıştık.
Adadan, Türkiye’nin çekilmesinin gerekçesinden biri, Sn. Ardıç’a göre bu.
Ve devam ediyor:
“Biz, Kıbrıslı soydaşlarımızı değil, orayı ele geçirmeyi sevdik.
Bütün hastalıklarımızı, oraya ihraç ettik.
Birbirimizin sırtına, kambur olduk.
Güneyle bütünleşmelerine.
AB‘ne girmelerine, girmemize, engel oluyoruz.
Oluk, oluk, para akıtıyoruz.
Bize, defol pankartı açtılar.
Sen, kim oluyorsun diye, Başbakanımıza posta koydular.
Orası, vatan parçası mıdır ?
Misak-ı Milli sınırları içinde, niye gösterilmedi ?
İçinde, her Türk olan bölge, vatansa, Bulgaristan’a niye saldırmıyoruz ?
Bu işi, tadında bırakalım diyecektim, fakat tadı çoktan kaçtı.
Korkmayın, artık, ne bir EOKA örgütü kurulur. Ne, Albay Grivas çıkar, ne bir Nikos Samson . Bunlar, geçen yüzyılın gerçekleri idi .”
Sn. Engin Ardıç , Türkiye’nin, adadan çekilme nedenlerini böyle özetledi.
Sn. Ardıç, Türkiye’nin, 20 Temmuz 1974‘te adaya çıkmasını, bir fetih gözü ile görüyor.
Artık yeter, çekilsin buyuruyor.
Sn . Ardıç, bu yazısını yazmadan, 1974‘teki Hükümetin adaya çıkış gerekçesine, bir baksa idi, bu yazıyı yazarken, eli titreyecekti.
Türkiye, adaya çıkarken, Uluslararası anlaşmalardan doğan hakkını kullandı.
Akdi sorumluluğunu, yerine getirdi.
Türkiye Kıbrıs’ın, bir garantörüdür.
Garantörlük, yetki ve sorumluluğu içerisindeki, adadır.
Türkiye’deki, her iktidar adada, her iki tarafın, kabul edeceği bir anlaşmadan sonra garantörlük statüsünün verdiği haklar çerçevesinde, adadaki askerini çekeceğini, her platformda söylemiştir, söylemektedir.
Sn. Ardıç, Türkiye’yi, bir işgalci güç olarak, yazısında belirtti.
“Osmanlının, torunları olan bizler, üç yüz yıldır bizler, ilk kez toprak almış olmayı sevdik.” diyor.
Sn. Ardıç , Yunanlı sevgilisi ile Atina’da “kelebekler kadar özgür “ olduğu yıllarda, aklına gazeteci olduğu geldi de, 20 Temmuz 1974‘te, Atina mahkemesinde açılan ve 20 Temmuz’un bir işgal olayı olduğu davasını reddettiğini bilmiyor mu ?
Atina Mahkemesi, 20 Temmuz’un uluslararası anlaşmalara dayanarak, Türkiye’nin yaptığı harekatı, haklı bulmuş, adayı Yunanistan’a bağlamak teşebbüsünde bulunarak, 20 Temmuz’u yaratan, Yunan cuntasını, suçlu bulmuştu.
Sn. Ardıç, çekilmenin bir dayanağını da, çok küçük marjinal bir grubun açtığı “defol“ pankartına ve Sn. Başbakana hitabeden “ Sen kimsin“ pankartına dayandırıyor.
Sn. Ardıç’a, sormak gerekmez mi; Güney Doğuda daha da kötüsü yapılıyor.
Türkiye, Güney Doğudan da, mı çekilsin ?
Provokatörlerin açacağı, her bölgedeki pankartlara bakarak. Türkiye, o bölgelerden çekilecekse, bu Sevr’i, Türkiye’nin başına örenlerin işine gelmez mi ?