Darbeciler hep aynı yöntemi uyguladılar. Arjantin’de, Şili’de ya da Kıbrıs’ta “cehaletin onlara verdiği cesaretle” insan haklarını ayaklar altına aldılar.
Lefkoşa’da iktidara el koyduklarında tek bir hedefleri vardı: Kendileri gibi düşünmeyenleri yok etmek! Atina’daki albayların emrinde ve onlar kadar “zavallıydılar” Lefkoşa’da asker üniformalı EOKA’cılar.
Hedefleri sadece Makarios değildi. Komünistler, sosyaldemokratlar, sendikacılar, solcu üniversite öğrencileri, aydınlar ve adadan “kovmak” istedikleri Kıbrıslı Türkler onların ana hedefiydiler.
“Ben Rum olsaydım ya da Yunanlı”, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne “işgalci” suçlaması yaptığımda yüzüm kızarırdı. Utanırdım.
Çünkü ne Atina’daki ne de Lefkoşa’daki faşistlere karşı savaşmadan “hazıra konan” bir Rum ya da Yunanlı olarak aslında Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bir teşekkür borcum olurdu.
Türk askerleri 20 Temmuz 1974 tarihinde adaya çıktıklarında sadece Türkler canlarını kurtarmadılar. Aynı zamanda Rum komünistleri, sosyaldemokratları, sendikacıları, solcuları ve aydınları da canlarını kurtardılar Atina’daki Albaylar Cuntası’nın kuklası Samson isimli bir “diktatör özentisinin” emrindeki EOKA faşistlerinden.
Evet her fırsatını bulduklarında “işgalci” dedikleri Türk Ordusu Kıbrıs’ta faşist bir rejim isteyenlere karşı savaştı. Ve Rumlar bu gerçeği duymak istemeselerde Türk Silahlı Kuvvetleri hem Lefkoşa’da hem de Atina’da faşist subayların diktatörlüklerine son verdi.
İnsanların sadece ve sadece “Türk” oldukları için katledildikleri bir adaya bu zulma son vermek amacıyla gelen Türk askeri adaya ve Yunanistan’a demokrasinin gelmesini sağladı.
Bugün hala adadaki Türklere karşı her alanda izolasyonun sürdürülmesi için koşturan ve dünya kamuoyunu “işgalci” kelimesi ile yanıltanların yerinde olsam utanırdım: AB üyesi olmama rağmen adadaki Türkler, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin varlığı sayesinde canlarının ve mallarının güvence altında olduğunu hissedebildikleri için.
Adalı Türkler’i hala bir “azınlık” ve “ikinci sınıf vatandaş” olarak görüp, onların anadilleri Türkçe’yi AB dili olarak kullandırmayıp onlar “Niçin Rum Polisi’ne, her köşe başında asılı Yunanistan bayraklarından hiç rahatsız olmayan Rum Toplumu’na niçin güvenmiyorlar?” diye şaşıracağıma özeleştiri yapardım.
Eğer bugün Türkler Lefkoşa’dan Girne’ye en az üç kere onlara ne yapacağı belli olmayan polis ya da asker üniformalı EOKA’cıların kontrollerinden geçmeden gidebiliyor ve “Türk” oldukları için bir otobüs ile birlikte kaybedilmiyorlarsa işte bunun için Türk Silahlı Kuvvetleri’ne insanlık adına teşekkür etmeyi bir 20 Temmuz 2007 tarihinde görev biliyorum.
“Kırk bin ya da beş bin asker mi adada kalmalı” bence tartışılmalı ve yine Türkler demokrasinin erdemlerinden biri olan fikir özgürlüklerini kullanarak geleceklerini ve bu gelecek de Türk Ordusu ile ilişkilerini belirleme hakkına sahip olmalılar. Ancak geçmişte Samson faşistlerine karşı savaşmayan Rumlar bu konuda sussalar bence çok doğru olur.
12 Mart’ları, 12 Eylül’leri yaşamış ve hatta acısını çekmiş solcu bir ailenin solcu evladı olarak Türkiye söz konusu olduğunda geçmişte eleştireceğim çok şey olabilir ama söz konusu olan Kıbrıs ise 20 Temmuz’da canlarını kaybederek adadaki Türkler’in yaşam hakkını savunanları saygıyla anıyorum.