YAZAR SEMİH GÜMÜŞ’LE SÖYLEŞİ

Z.Y. Değerli Semih Hocam, öncelikle röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Star Kıbrıs Gazetesi okurları için sizi birkaç cümleyle tanıtmak istiyorum Eleştirmen, yazar ve yayıncı Semih Gümüş 1956 Ankara doğumlu.

Z.Y. Değerli Semih Hocam, öncelikle röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Star Kıbrıs Gazetesi okurları için sizi birkaç cümleyle tanıtmak istiyorum
Eleştirmen, yazar ve yayıncı Semih Gümüş 1956 Ankara doğumlu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdikten sonra Yarın ve Adam Öykü Dergilerinin yayın yönetmenliğini yapıyor. Daha sonra Notos Dergisi’ni çıkarıp yayın yönetmenliğini yapmaya başlıyor. Kendine özgü çözümleyici eleştirel yazılarıyla 1996 ‘da Cevdet Kudret Eleştiri Ödülü’nü alıyor. Eserleri; Fethi Naci’ye Armağan, Dikkat Kırılacak Eşya, Okumak ve Yazmak, Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz, Çözümleyici Eleştiri, Yazar Olabilir miyim? &Yaratıcı Yazarlık dersleri, Ayı Boyamak, Modernizm ve Postmodernizm-Edebiyatın Dünü ve Yarını, Romanın Şimdiki Zamanı, Öykünün Kedi Gözü, Öykünün Bahçesi, Yazarın Yalnızlık Burcu, Eleştirinin Sis Çanı, Kara Anlatı Yazarı & Vüs’at O. Bener, Yalnızlık Kime Benzer, Edebiyat ve Yeni Zamanların Kültürü, Yazının ve Tarihin Bilinci, Öykünün Şimdiki Zamanı, Başkaldırı ve Roman, Roman Kitabı, Yazının Sarkacı Roman, Futbol ve Biz, Orhan Veli Kanık, Puslu Ada, Öykülerde İstanbul, Karşılıksız Yazılar, Aşk Öyküleri, İstanbul Öyküleri, Öykünün Bahçesi, Adalet Ağaoğlu’nun Romancılığı, Türk Yazınından Seçilmiş Aşk Öyküleri, Türk Yazınından Seçilmiş Hayvan Öyküleri, Türk Yazınından Seçilmiş Kısa Öyküler.
Edebiyat dünyası sizi edebiyata olan katkılarınızla tanıyor. Ancak edebiyatçı yayıncı ve eleştirmen kişiliğinin dışında Semih Gümüş nasıl biri? Bunu sizden öğrenebilir miyiz?

S.G. Aslına bakarsanız bunun dışında bir kişiliğim olup olmadığını da bilmiyorum. Tam kırk yıldır yayıncılık ve editörlük yapıyorum. Yayıncılığın bu ülkenin koşullarında çok fazla bir karşılığı da yoktur. Ancak severek sürdürebilirsiniz, ben de yaptığım işi, kitap ve dergi yayıncılığını çok seviyorum. Üstelik nitelikli kitapları bir de tasarımlarına özel bir önem vererek yayımlamak, hayatımın önemli bir bölümünü dolduruyor. Bu arada iki yıl önce İstanbul’dan göç ettik. Şimdi küçük bir kasabadayız. Büyük şehrin koşuşturmacasından da uzak olunca kendimi yaptığım işlere daha çok verme olanağı buldum. Bunun dışında bir hayatım da pek yok.

Z.Y. Editörlük Atölyenize katılabilmek için, iki buçuk ay her Perşembe Ankara’dan İstanbul’a gitmiş bir öğrenciniz olarak, yazma yolculuğunda bu derslerin faydasının inkâr edilemez olduğunu düşünüyorum. Yüreğinde yazma heyecanı duyan veya yazdıklarını günışığına çıkarmak için gelişmeye çalışan gençlere katılabilecekleri atölyeleri öncelik sırasına göre verebilir misiniz? İnternette yaratıcı yazarlık, yaratıcı okuma, eleştirel okuma, editörlük, geliştirici editörlük ve medya yazarlığı gibi isimlerle karşımıza çıkan atölyelerden hangisini önerirsiniz? Ya da yazar adayları öncelikle yazar koçluğu mu almalılar?

S.G. Ben on üç yıldır bir yaratıcı yazarlık atölyesinin yürütücülüğünü yapıyorum. Atölyelerde birinci amacım her zaman yararlılık. Atölyeye katılanlara yararlı olabilmek için benim neler vermem gerekiyorsa onu son sınırlarına kadar vermeye çalışırım. Sizin de sözünü ettiğiniz gibi Notos Yaratıcı Yazarlık Atölyesi’nden başka atölyeler de var. Ama onlar hakkında bir şey söylemem doğru olmaz. Burada önemli olan genç yazarların, yazar adaylarının kendilerinin araştırıp kendilerine en uygun olan atölyeyi seçmesidir. Kaldı ki bana sorarsanız atölyeler yalnızca yazar adaylarına değil, deneyimli yazarlar içindir de. Doğru ve nitelikli okuma biçimi de önemli. Bu okuma biçiminde sadece ne anlatıldığına değil nasıl anlattığına önem verilir. Bir öykü ya da romanı okurken sürekli nasıl sorusu sorularak yapılan okuma. Her nasıl sorusunu sorduğumuzda yazının derin yapısına inmeye başlarız. Böyle bir okuma biçimini içselleştirdiğimizde ve okuduğumuz her şeyi böyle çözümlediğimizde yaratıcı yazarlık atölyelerine gereksinimimiz de kalmamaya başlar. Önemli olan o düzeye, yani kendi iç eleştiri gücümüzü oluşturacağımız düzeye ulaşmaktır. Yalnızca okumayı, ancak doğru ve nitelikli okuma biçimini içselleştirmeye çalışmayı önerebilirim. Bunu yaparken herkesin kendi anlayışına, oluşturmaya çalıştığı dile, dünyaya uygun yazarları ve kitapları başucu kitabı olarak seçmesini ve onları tekrar tekrar okuması da elbette gerekir.

Z.Y. Aslında atölye konusu olarak sıralayabilir miydiniz acaba? Örneğin sizin atölyenize katılırken hangi atölyenizden başlamalıyız. Tabii ki Editörlük Atölyesini ilk başlarda değil de daha sonra almalıyız. Sıra olarak bakacak olursak hangi sıralamayı önerirdiniz?

S.G. Bana sorarsanız yaratıcı yazarlık atölyesine katılmak yeterlidir. Hatta editör olmak isteyen, amacının yazarlık değil de editörlük yapmak olduğunu düşünenlerin de yaratıcı yazarlık atölyesinden başlamasını öneririm. Çünkü o çok daha kapsamlı ve derinliklidir. Katılımcı orada bir kitabı nasıl okuması gerektiğini gösteren bilgilere ulaşır. Dolayısıyla bir editör önüne gelen ve yayına hazırlaması gereken metinleri bütün kusurlarından nasıl arındırması, sorunlara hangi çözümleri getirmesi gerektiğini öğrenmeye başlamış olur.
Notos Yaratıcı Yazarlık Atölyesi’ne bir kere katılırsınız, ikincisi tekrar olur. Daha sonra onun devamı olan Yazı Atölyesi var. Bu atölyeye katılımcılar istediği kadar katılabiliyor. O biraz daha üst düzeyde çalışma ve okuma gerektiren, katılımcının dilerse uzun yıllar boyunca devam edebileceği bir atölye.

Z.Y. Kitaplarınızın pek çoğu yazar adaylarına yol gösterici nitelikte. Örneğin Başkaldırı ve Roman isimli eserinizi okurken hem bir roman incelemesi okuyoruz hem de bir romanı nasıl yazmamız gerektiği konusunda ipuçları alıyoruz. Ya da Edebiyat ve Yeni Zamanların Kültürü isimli kitabınızın Genç Bir Romancıya Mektuplar başlıklı yazısında Mario Vargas Llosa’nın aynı isimli eserini önermiş oluyorsunuz yazar adaylarına. Bu açıdan baktığımızda kitaplarınızı da yaratıcı yazarlık atölyesi kitapları gibi düşünebilir miyiz?

S.G. Elbette bütün kitaplarımı böyle düşünemeyiz, ancak özellikle bu amaç için yazdığım kitaplar da var. Örneğin Yazar Olabilir miyim? ile Okumak ve Yazmak gibi. Tabii dediğiniz gibi, iyi bir roman eleştirisi, o romanın bütün öğelerinin nasıl çözülüp bütün anlamlarının nasıl yorumlanacağını gösterirken bir romanın nasıl yazılması gerektiği konusunda da ipuçları verir. Haklısınız, okuduğumuz nitelikli eleştirileri de bunu düşünerek okumalıyız.

Z.Y. Yazarın Yalnızlık Burcu isimli kitabınızın 189. Sayfasında Ödül kurumlarının yazar adayının hevesini kırabilecek çalışma mekanizmasını anlatıyorsunuz. Yine de her yazanın hayalidir bir ödül almak. Ödül almak her zaman bir yazarın önünü açar mı?

S.G. Aynı o satırlarda dediğim gibi düşünüyorum hala. Üstelikte vaktiyle pek çok ödülün seçici kurulunda yer alıyordum. Şu anda hiçbirinde bulunmuyorum. Çekildim. Bugüne kadar tanık olduklarıma dayanarak da söylüyorum, yazarların, genç yazarların ödüllerin peşinden koşmasına hiç mi hiç gerek yoktur. Ben genel olarak ödül kurumlarını güvenilir bulmuyorum. En önemli, en değerli en saygın olanların bile kendine göre eksikleri ve kusurları vardır. Bence yazarların bir ödül almak yerine yazdıklarını istedikleri bir dergide yayınlanması, kitap dosyası hazırlamışlarsa seçtikleri, istedikleri bir yayınevinde yayınlanmaları çok daha önemlidir. Herhangi bir ödül almaktan bence daha önemlidir bu.

Z.Y. Derslerinize katıldığımız zaman bir arkadaşımız size “kitaplarımızın daha çok satılması için ne yapmalıyız?” diye sormuştu. Siz “Bu sizi hiç ilgilendirmemeli. Siz sadece yazmaya odaklanmalı, çok okuyup, kendinizi geliştirip güzel yazmalısınız” demiştiniz. Bu konudaki görüşlerinizi okurlarımızla da paylaşır mısınız?

S.G. Ben herkesin nasıl davranması gerektiğini söyleyemem. Ben kendime göre nasıl davranılması gerektiğini düşünüyorsam onu söylüyorum. Çok uzun yıllardan beri yayıncılık yaptığım için yayıncı duyarlılığımla davranarak, yirmi-yirmi beş yıldır kitaplarımı yayımlayan Can Yayınları’na bir kere bile kitaplarımın nasıl dağıtılıp satıldığını sormadım. Beni fazla ilgilendirmiyor bu. Sonunda doğru dürüst bir şeyler yazılıyorsa okuruna da ulaşır. Önemli olan yazdıklarımızın niteliğini sürekli olarak yükseltmek, daha iyisine, daha iyisine ulaşmaya çalışmak. Elbette kendi başucu kitabı olarak seçtiğimiz yazarlar kadar iyi yazamayabiliriz. Aslında yazabiliriz ama yazamayacağımızı düşünelim. Orada da her zaman önümüze koyacağımız çıta şu olmalıdır: Kendi yazabileceğimizin en iyisini yazmak. Bu da çok çalışmayı gerektiriyor. Bundan başka bir şeyle ilgilenmeye gerek yok.

Z.Y. Modernizm ve Postmodernizm-Edebiyatın Dünü ve Yarını isimli kitabınızın “Postmodern Bir Ataç Aranıyor” başlıklı yazınızda günümüzde iyi bir eleştirmen olmanın zorluklarından bahsediyorsunuz. Günümüz Türk edebiyatında eleştirmen olmak nasıl bir duygu?

S.G. Öyle bir ülkede öyle bir kültürün içinde yaşıyoruz ki artık, geçmişte bu böyle değildi aslında, bu koşulda bugün eleştirmen olmanın herhangi bir olumlu duygusu olduğuna inanmıyorum. Artık edebiyat ve yayıncılık dünyasına egemen olan piyasa kültürünün, popüler kültürün gereklilikleri neyse onların peşinde koşuluyor. Sosyal medya da bugünlerde bunu körüklüyor. Şunu görüyorum ki yazarların, yayıncıların ve okurların nitelikli eleştiriye pek gereksinimi kalmadı. Onlar yalnızca önlerine sürekli çıkan, daha çok adı anılan, daha çok ünlenen yazarlar istiyor. Yazarların büyük bir çoğunluğu da hep öne çıkmak, daha çok anılmak istiyor. Bu durumda nitelikli eleştiri kimin işine yarar? Ben eleştiri yazılarımı kendi sevdiğim, seçtiğim kitaplar ve sorunlar için yazdım. Bence bir eleştiri yazarının yapması gereken de budur. Sonunda eleştiri bir roman, öykü ve şiir kitabından yola çıkarak yazılsa bile ondan tamamen bağımsızlaşıp farklı bir yazı haline gelir. Benim eleştiri anlayışım böyleydi. Duygu olarak günümüzün edebiyat ortamından uzak durmaya başladığımı ve giderek uzaklaştığımı söyleyebilirim.

Z.Y. Anladığım kadarıyla günümüzde eleştirmen olmak zor.

S.G. Çok doğru. Günümüzde eleştirmen olmak pek çok bakımdan gerçekten çok zor.

Z.Y. Günümüz Türk okurunu da eleştirir misiniz lütfen? Dijital kitapların Türk okuyucular tarafından benimsendiğini düşünüyor musunuz?

S.G. Bu da önemli bir konu. Bir yayıncı olarak beni zaten yakından ilgilendiriyor. Dijital dünyada neler yapılabilir. Ben son on-on beş yılda kitapların çok daha fazla basılıp satıldığını görüyorum. Eskiden yılda on bin çeşit kitap yayımlanırken şimdi yetmiş bin çeşit kitap yayımlanıyor. Dolayısıyla geçmişe göre yedi-sekiz kat daha fazla kitap basılıyor. Bu rakam kitapların yedi-sekiz kat daha fazla okunduğu anlamına da gelebiliyor. Bu çok olumlu. Ama değişmeyen bir şey var. Ne yazık ki okuma kültürümüzde ve okuma biçimimizde hemen hemen hiçbir şey değişmedi. Neden değişmedi. Çünkü okuma kültürümüzün değişmesi, niteliğinin yükselmesi için aile içi eğitim önemli, okulda verilen eğitim önemli ve bu ikisine de sahip değiliz. Dolayısıyla bireylerin yakın çevresi veya arkadaş çevresi içinde kendi kendini geliştirmesi gerekiyor. Bu da sınırlı olabiliyor. Dolayısıyla bir kitabı, yazanlar için önerdiğim gibi, yalnızca hikâyesine bakarak, yani yüzeysel olarak okumak yerine, onun derin yapısına, neleri nasıl anlattığına bakarak ve yazarın verdiği anlamların dışında kendi zihinlerinde daha sonra nasıl sürdürdüklerine bakarak okumaları gerekir, böyle davranılmasını önerebilirim.
Dijital olanaklar ve kitaplarsa, hayatımızın bir parçası ve ben hem bir okur hem bir yayıncı olarak, dijital yayınların hayatımızda daha çok yer tutacağını düşünüyorum.

Z.Y. Yazarın Ölümü isimli kitabınız sadece 200 adet basılan arşivlik ve koleksiyonluk bir eser. Yanlış biliyorsam düzeltin lütfen, yirmi sayfalık bir kitap. Bize bu kitabınızdan bahseder misiniz?

S.G. The Poet House çok özel bir yayınevi. Yazarın Ölümü onu kuran arkadaşların çabasıyla bir tasarım kitabı olarak ortaya çıktı. Tasarıma yayıncı olarak her zaman çok önem verdim. Vaktiyle bir yazımda, “Ben artık bir kitapçıya gittiğimde önce kitabın içeriğine değil, kapağına, biçimine, tasarımın nasıl olduğuna bakıyorum demiştim. Bir okur da buna çok kızmıştı. Sanıyorum yaşım ilerledikçe daha çok böyle oluyorum. Ama tasarım önemli. Çünkü bir yayıncı zaten kitabı güzel yayımlamayı amaçlamıyorsa o zaman yayıncılık yapmamalı. Kitap estetik bir nesnedir aynı zamanda. The Poet House da güzel tasarım kitapları yayımlıyor. Ben de bu güzel yayınevinde hoş bir tasarım kitabım olmasını istedim ve Yazarın Ölümü böyleortaya çıktı.

Z.Y. Umarım ulaşabilirim. İnternet satışı olarak bulamadım.

S.G. The Poet Hous’a Instagramdan ulaşabilirsiniz, oradan edinebilirsiniz.

Z.Y. Önümüzdeki günler için planlarınızdan Star Kıbrıs Gazetesi okuyucularına bahseder misiniz?

S.G. Belki şundan söz edebilirim. Bir yazarın hayatı boyunca yayımladığı kitapların tümü onun için aynı değerde olmuyor. Bazı kitaplarını daha çok sever yazarlar. Benim de tekrar tekrar okuyacağım kitaplarımın yanında pek bakmadığım kitaplarım da var. Bu bir yazarın yazarlık hayatı boyunca doğal bir durum. Çok kısa bir süre önce bir kitabımı tamamladım. Adı Yaşadıklarım Belleğimde Uğulduyor. Bu bir anı-düşünce kitabı. İçinde parça parça benim hayatımda iz bırakmış anılar da var, kitaplardan ve yazarlardan çıkan, asıl olarak edebiyata bağlı olarak irdeleyip üretmeye çalıştığım düşünceler de. Bir anı-düşünce kitabı diye tanımlayabilirim. Sanırım en sevdiğim kitaplarımdan biri olacak.

Z.Y. Kitabınızı merakla bekleyeceğiz. Yalnızlık Kime Benzer isimli romanınızda ilerleyen kurgunun arasında pek çok değerli eserin ismi geçiyor. Bunu biz okurlarınız için bir okuma listesi olarak da algılayabilir miyiz?
S.G. O kitaplar romanın anlatıcısı için önemli ve anlatıcısının içinden geçtiği kitaplar. Biraz metinlerarasılık da vardı o kitapta. Dolayısıyla başka kitaplar ve yazarlardan aldığım sözleri metnin içinde eriterek verdiğim için romanın sonunda bir liste vermiştim. Yalnızca anlatıcının ve anlatıcının büyük bir aşkla bağlandığı Lal’in hayatında yer etmiş kitaplar. Bir okur merak edip okuyabilir ancak böyle bir zorunluluk olduğunu sanmam.

Z.Y. Son soru olarak okuma listemizin ilk yirmi kitabı olarak önereceğiniz eserler nelerdir?
S.G. Başkalarına önerdiğim gibi, benim de başucu kitaplarım ve yazarlarım var. Onlardan çok şey öğreniyorum. Öğrendiklerimi iyice içselleştirebilmek onları için yeniden yeniden okuyorum. Öyle öyküler var ki bugüne kadar elli kere altmış kere okumuşumdur. Dolayısıyla sadece okuyan değil yazan insanlara da öneririm. Kendileri için örnek aldıkları kitabı tekrar tekrar okusunlar. Çünkü bir kere okumak o kitabı okumuş okumak değildir. Ancak yeniden okunduğunda gerçekten okumaya başladığını görebilir. Hatta onun için iyi bir örnekse üçüncü, dördüncü, beşinci kere okuması gerekir.
Ben de size hem kendim için çok önemli hem de özellikle yazan insanlara ışık tutabileceğini düşündüğüm belki iyi okurlara da okumadan atlamamaları gerektiğini düşündüğüm kitaplardan söz edebilirim.
David Constantine-Başka Bir Ülkede ve Midland Otelinde Çay
Ralf Rothmann-Deniz Kenarında Geyikler
Raymond Carver-Cathedral
Salinger-Dokuz Öykü
Juan Rulfo-Ova Alev Alev
Sait Faik-Alemdağ’da Var Bir Yılan
Vüs’at O. Bener-Dost Yaşamasız.
Onat Kutlar-İshak(Öykü)

Romanlar
Yaşar Kemal-Kuşlar da Gitti, Demirciler Çarşısı Cinayeti
Alejandro Zambra-Eve Dönmenin Yolları, Ağaçların Özel Hayatı (özellikle bu iki kitabı ve diğer kitapları)
Per Petterson-At Çalmaya Gidiyoruz (Son yıllarda okuduğum en iyi romanlardan)
Gerbrand Bakker-Dolambaç
Aharon Appelfeld-Ruhun Kıyısında
Yusuf Atılgan-Anayurt Oteli (okumayanların mutlaka okuması gerekir)
Anne Michaels-Bölük Pörçük Yaşamlar (Üç kere okudum, bir kez daha sıkılmadan okuyabilirim)
Valeria Luiselli-Kalabalıkta Yüzler
David Vann-Keçi Dağı.

Sadece roman ve öykü değil, şiir ve deneme kitapları da okunmalı.

Z.Y. Sorularımı yanıtladığınız ve görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için hem kendi adıma hem de Star Kıbrıs Gazetesi adına çok teşekkür ediyorum.

S.G. Ben de size teşekkür ediyor iyi günler diliyorum.

Bu haber 2032 defa okunmuştur

:

:

:

: