Z.Y. Sevgili Ülkü Yalım Günay, öncelikle söyleşiyi kabul ettiğiniz için teşekkür ediyorum. Söyleşiye başlarken kendinizi okuyucularımıza tanıtır mıydınız?
Ü.Y.G. Eğitimci kökenli bir sanatçıyım. Öğretmenlik sürecim ne yazık ki çok uzun sürmedi. Evlendim ve eşim çalışmamı istemedi.
Yıllar sonra boşandım, hiç kolay olmayan sarp bir yola girdim, içimde bir yerlerde beni bekleyen sanata sığındım.
Sanat hayatımı, ressam ve yazar olarak iki alanda, birbirleriyle koşut ve iç içe sürdürüyorum.
Üç çocuk yetiştirmiş bir anne, ev kadını, eş ve sanatçı olarak, zor denebilecek bir yaşamı göğüslemeye çalıştım.
Dünyada, özellikle bizim coğrafyamızda ve ne yazık ki ülkemizde süre gelen cinsiyet ayrımcılığına, kadını ikincil görme eğilimine ve erkek egemen bakış açısıyla kız çocuklarına ve kadınlara uygulanan şiddete karşı, çocuk yaşlardan beri içimde büyüyegelen bir isyanım var.
Bu nedenle, sivil toplum çalışmalarına katıldım. Uzun yıllar ÇYDD (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği) Ankara Şubesi yönetim kurullarında görev aldım, beş dönem yönetim kurulu başkanlığı yaptım. ( 2000- 2011) Çocuklarımız, özellikle kızlarımız eğitim görsün, ekonomik bağımsızlığını kazansın diye çırpınan özverili gönüllüler ordusunun bir eri oldum.
Ses bayrağım Türkçeme olan büyük sevdam nedeniyle Dil Derneği üyesiyim. Bir dönem yönetiminde görev aldım. Dünyanın en güzel dillerinden biri olan Türkçeyi yozlaştırmaya çalışanlara çok kızgın olduğumu söylemeliyim.
Üç öykü kitabım ve iki romanım, yayına hazır dosyalarım var. Toplumun içinden çıkıp gelen öykülerimin odağında hep kadın kahramanlar olsa da aslında hepsinin hayatını karartan erkekler baş rolde.
Bana en çok sorulan; hep kadınları mı yazacaksınız? Sorusuna, bir toplantıda “Kadın öyküleri salt kadın öyküsü müdür?” Başlıklı konuşma metnimde yanıt vermeye çalıştım. Bunca ayrımcılık varken nasıl tarafsız olabilirim?
Otuz beş kişisel sergi açtım, yeni sergim iki yıl önce yitirdiğim, ikinci eşim, değerli sanatçı Lütfü Günay ile, Ocak 2023’ de.
Lütfü Günay’ın da kurucu üyelerinden biri olduğu BRHD (Birleşmiş Ressamlar Heykeltraşlar Derneği) nin de üyesiyim. Toplu sergilerine katılıyorum.
Z.Y. Ve çok severek okuduğum, Eski Bir Fotoğraftan Yola Çıkarak (Epsilon 2013), Gümüşle Yıkanmış (Bence Kitap 2016), Çıkışsız Şehir ( İzan 2022) isimli öykü kitaplarınız ile Kardinal Kuşu (İlk baskı Ayizi 2018 – İkinci baskı İzan 2022), Aşk Nerelerdesin ( İzan 2022) isimli romanlarınız var. Eserlerinizin hepsini okumuş bir okuyucu olarak işlediğiniz toplumsal konuların en başında kadınların sorunlarına değindiğinizi görüyoruz. Kadın sorunları toplumsal konulardan ayrılabilir mi?
Ü.Y.G. Bu sorunun yanıtı elbette “hayır.” Kadın sorunu bence toplumsal konuların başlıcalarından biri, dahası en önemlisi. Bir toplum, kadınlarını ve erkeklerini eşit görmez, eşit koşullarda eğitmez, bir yarısını eve kapatmaya çalışırsa sakat kalır. Uluslar ancak kadın erkek omuz omuza verirse yücelebilir.
Toplumların uygarlık düzeylerinden kadınlar sorumludur demek yanlış olmaz, çünkü onlar çocuk yetiştiriyorlar. Bence onların eğitimi erkeklerden bile önemli.
Z.Y. Toplum sorunlarından kadın nasıl etkilenir? Kadın sorunları toplumda nasıl kelebek etkisi oluşturur? Kelebek etkisiyle yayılan ve büyüyen bu sorunlardan kadın tekrar nasıl olumsuz etkilenir? “Kadın Öyküleri Salt Kadın Öyküsü müdür?” başlıklı yazınızda bunun ipuçlarını veriyorsunuz. Okuyucularımız için bu konuyu anlatabilir miydiniz?
Ü.Y.G. Özgürleşememiş, eğitimsiz, hiçbir konuda kendi fikri olmayan ve ekonomik açıdan erkeğe bağımlı kadınlar genelde, erkeklerin düşüncelerini benimsiyorlar. Kendilerini ve hemcinslerini tam da onların bakış açısıyla ve onların ağzıyla yargılıyorlar. Bu durum, “ayıplar”, “günahlar”, “elalem ne der?” lerle pekiştiriliyor, bir kısır döngü olarak sürüp gidiyor.
“Çıkışsız Şehir” adlı öykü kitabımdaki bir öyküde şöyle demişim; “Ezilmişlik bir kalıt gibi, anadan kıza sonra torunlara geçer, önlenemez bir çoğalmayla kuşaktan kuşağa aktarılır.”
Kadınlarımıza bir çıkış yolu açmalıyız.
Z.Y. Bu duyarlılıklarınızda katılmış olduğunuz Sivil Toplum Kuruluşlarının etkisi oldu mu? Yazmaya başladığınızda bu kuruluşlara üye miydiniz? Ya da farklı açıdan düşünecek olursak bu kuruluşlarda bulunduğunuz sürece sorunları daha yakından gözlemeniz kaleminizi elinize aldırtan iteleyici unsur mu oldu? Söyleyeceklerinizin yazma yolculuğuna başlayacak arkadaşlarımıza çok etkisi olacağını düşünüyorum.
Ü.Y.G. Söyleşinin başında değinmiştim, cinsiyet ayrımcılığı küçük yaşlarımdan beri beni çok etkilerdi. “Sen kızsın yapamazsın” ya da “sen erkek işine karışma” gibi uyarılar, erkek çocuklara yapılan ayrıcalıklı davranışlara tanık olmak deli ederdi beni. O başkaldırı hep vardı içimde. Bu güdü beni STK’’ larda çalışmaya yönlendirmiş olabilir. Ancak ben yazmaya çok genç yaşlarımda başladım. Yazdıklarımı toparlayıp kitap oluşturmaya karar vermem daha sonraları oldu.
İlk evliliğim, üç çocuğumu büyütmek ve beni hiçbir açıdan desteklemeyen bir eşe hizmet etmekle geçti. O zaman bile, aralıksız yazar, saklardım.
Kadınlarımızın ve özellikle kız çocuklarımızın sorunlarına eğilen ve köklü çözümler üretmeyi amaç bilen bir örgütte uzun yıllar çalışmış olmak, yazmaya başlamak için değilse bile, belki çok daha fazla gözlem yapma, sorunları daha yakından görme ve deneyim edinme açılarından yararlı oldu bana.
Daha sonra, sevgili Çiğdem Ülker ve değerli yazar arkadaşlarımla birlikte yaptığımız okuma ve yazma etkinlikleriyle yolumu çizdim. Sevgili Zeynep, ne mutlu bir rastlantı ki seninle de yollarımız böyle kesişti.
Yazmak isteyenlere şunu önerebilirim: Hiçbir zaman geç değildir, yeter ki isteyin.
Z.Y. Aşk Nerelerdesin isimli romanınızda “Daha küçücükken, gelin olma hayali kuracaksın, evlenip çocuk doğuracaksın, mutsuz olsan bile, oh çok şükür evde kalmadım diye sevineceksin. Başka beklentiye ne gerek var?” cümleleriyle toplum tarafından belli kalıplara yönlendirilmekle başlayan sorunlara dikkat çekiyorsunuz. Bu kalıpların yıkılması nasıl mümkün olur?
Ü.Y.G. Çağdaş, bilimsel, eşitlikçi, laik, düşünmeyi, soru sormayı, çözüm bulmayı öğreten, bir eğitimle. Doğru bir eğitim sistemi ile bir toplumun nasıl kabuk değiştirebileceğini bize kanıtlayan örnekler var tarihimizde. Eğitim sistemi kara cahiller yetiştirme aracı değildir.
Z.Y. Yazılarınızı yazarken belli bir ritüeliniz var mı? Yıllar önce Kardinal Kuşu isimli romanınızda Ispanaklı sufle dizelerini okurken bu soruyu size sormayı aklımdan geçirmiştim. Yazmak için kendinize özel bir ortam hazırlıyor musunuz? “Yaşamak da önemlidir ıspanaklı sufle kadar” derken kadınların detaylar arasında kendi yapmak istediklerine, örneğin bir sanatçının üretmesine vakit ayırmakta yaşadığı zorlukları mı anlatmak istiyorsunuz?
Ü.Y.G. Yanıt sorunun içinde zaten. “Kardinal Kuşu” romanım yer yer, ilk evliliğimden yaşanmışlıklar içerir. “Elinin hamuruyla bu işlere bulaşma” diyen bir eşe karşın, inatla yazan, onu terk ederken bile, iletisini şiirle veren bir kadını anlatır.
Biz kadınlar, dünyanın neresinde olursak olalım, toplumun bizden beklediği ve üzerimize yapışmış görevleri aşamıyoruz bir türlü. “Yazarken bir ritüeliniz var mı?” sorusuna gelince. Alış verişi ve tüm ev işlerini bitirip, yemeği de ocağa koyduktan sonra oturuyorum bilgisayarın başına. Tam karşımdaki duvarda “OCAKTA YEMEK VAR, UNUTMA” yazısı asılı. Birkaç kez yemek yaktıktan sonra buldum bu çareyi.
Yazmaya başlamadan önce, konu ve nasıl işlemem gerektiğine ilişkin ana hatlar kafamda belirlenmiş oluyor. Doğrudan bilgisayarda yazmaya başlıyorum. Daha sonra, öykü ilerledikçe aklıma gelen küçük notları, eklemek üzere koyuyorum yanıma.
Çok önceleri, sevgili dostum, değerli yazar Ayla Kutlu’nun bana verdiği bir daktilo ile yazıyordum. Şimdilerde bir çalışma odam ve bilgisayarım var. O yüzden artık doğrudan bilgisayarda yazıyorum. Düzeltiler, gerektiğinde paragraf değiştirmeler, silmeler çok daha kolay oluyor. Kâğıda yazıp sonra yeniden bilgisayarda temize çekmek daha zor geliyor bana.
Z.Y. Kadın yazar olmanın size getirdiği avantajlar ve dezavantajlardan bahsedebilir misiniz?
Ü.Y.G. Kadın yazar olmanın bir avantajı var mı? Varsa ben bilmiyorum. Sanatçının kadını erkeği olmaz diye düşünenlerdenim, eşitlikçi biri olarak bir avantaj da beklemiyorum. Yalnız şunu söyleyebilirim; bir dosya ile başvurduğunuzda, yayınevleri çok önyargılı davranıyorlar. Okumak zahmetine bile girmiyorlar. Bu üzücü. Günümüzde öyle çok yazan var ki belki yayınevleri de kendilerince haklıdır. Benim son iki kitabım ve bir romanımın ikinci baskısı aynı yayınevince yapıldı (İzan Yayınevi). Umarım böyle sürer.
Z.Y. Sürekli kendinizi yenilemeyi, geliştirmeyi seven bir yapınız olduğunu ortak katıldığımız atölyelerden biliyorum. Bu atölyelerin sizin üzerinizdeki en önemli beş etkisinden söz edebilir misiniz? Yazma yolculuğundaki yazar adaylarına atölyelere katılmalarını tavsiye eder misiniz?
Ü.Y.G. Doğru gözlemlemişsin, kendimi geliştirmeyi sevdiğim doğru. Bunun için, yazmanın yanı sıra sürekli okuyorum. Atölyemde resim yaparken bile zihnim hep son yazdığım metinde ya da son okuduğum kitapta oluyor.
Atölyeleri önemli buluyorum. Doğru kişilerle bir araya gelmişseniz eğer, size çok şey katıyor. Okuduklarınızı, yazdıklarınızı paylaşıyorsunuz, ufkunuz genişliyor.
* Yazdıklarınızın eleştirilmesi, olgunlaşmanızı sağlıyor.
* Kitaplar üzerinde konuşup tartışmak, yazınsal bir eseri nasıl okumanız gerektiği konusunda sizi eğitiyor.
* Arkadaşlarınızın yazdıklarını eleştirirken, eleştirmeyi öğreniyorsunuz.
* Dilinizi geliştiriyorsunuz.
* Çok değerli dostlar ediniyorsunuz.
Z.Y. Ressam olduğunuzu, yurt içi ve dışında çok sayıda serginiz olduğunu biliyoruz. Ressam olmanızın yazdıklarınıza nasıl etkisi oluyor? Bu sorumun hemen arkasından yazar olmanızın ressamlığınıza kattıkları neler diye de sormak istiyorum?
Ü.Y.G. Resim ve yazı arasında gerçekten bir ayrım yapamıyorum. İkisinden de uzak kalmayı hiç istemem.
Resim de yazı da çok gözlem gerektiren iki dal. Sanırım biri için yaptığım gözlemler öbürüne de yarıyor. Resmin renkleri, ışığı gölgesi, yarattığı efekt yazarken yaptığınız betimlemeleri etkiliyor. Hangisi hangisini daha çok etkiliyor bilemem, ama yazmaya “sözcüklerle resim yapmak” diyorum ben.
Z.Y. Pandemi döneminde kaybettiğimiz eşiniz Lütfü Günay soyut ve doğadan resimleriyle ünlü değerli bir sanatçıydı. Siz de yazı alanında olduğu kadar resim sanatında da isim yapmış bir sanatçısınız. Resimlerinizin kendine has bir fırça izi var. Aynı atölyeden olmak sizi nasıl etkiledi. Teknik olarak birbirinizden etkilendiğiniz yönler ve ayrıştığınız yönler hakkında bilgi verebilir misiniz?
Ü.Y.G. Lütfü Günay hayran olduğum bir sanatçıydı. Onu yitirmek çok eksiltti beni. Ondan teknik açıdan çok şey öğrendim. Ancak, resimlerimiz çok farklıydı. Ben kendi işimi savunmak konusunda ödünsüzdüm, bu konuda tartıştığımız bile olurdu. Hâlâ resim yaparken kulağımda onun sesi.
Ben de yağlıboya ve kolaj çalışmaları yapıyorum, ama ikimizin işleri arasında benzerlik yok. Atölyede bazı günler o çalışırken sessizce uzun uzun izlerdim. Renkleri kullanma konusunda etkisinde kalmış olduğumu itiraf ediyorum.
Z.Y. Yazılarınızda günlük hayatta yaptığınız gibi her zaman yalın bir öz Türkçe kullanıyorsunuz. Sizin gibi öz Türkçe yazmayı seven bir yazardan öz Türkçe yazmaya önem veren yazarlar için ne gibi öneriler alabiliriz?
Ü.Y.G. Dil bir ulusun kenetlenme harcıdır. O nedenle çok hassas bir konu bu. Bilinçli ya da bilinçsiz çok aşındırılıyor dilimiz. Bir sözcüğün Türkçesi dururken neden yabancısını yeğleyelim? Arapça sözcükleri kullanmak modası var şimdilerde. Ama gençler bilmedikleri için çoğunlukla onları da yanlış kullanıyorlar. Ben şu yaşımda, hâlâ yazılışından emin olmadığım sözcükler için sözlüğe bakıyorum. Bu kadarcık bir zahmete katlansınlar, çalakalem yazmasınlar. Noktalama işaretleri kullanımı ve yazım hataları deseniz istemediğiniz kadar. “Genç yazarlar, dilinize özen gösterin, bu konuyu çok önemseyin.” diyorum.
Z.Y. Sevgili Ülkü Yalım Günay, sorularımı yanıtladığınız için çok teşekkür ederim. Yeni kitaplarınızda yeni söyleşiler yapabilmek dileğiyle.
Ü.Y. G. Ben teşekkür ediyorum sevgili Zeynep, çalışmalarında başarılar diliyorum.