Türkiye yüreğimizi yakan bir deprem felaketiyle altüst oldu.
Bizim evlatlarımızdan da Türkiye’de hayatını kaybedenleri ülkemize getirip son yolculuğuna uğurluyoruz. Acımız büyük. Kelimeler o acıyı tarif etmeye yetmiyor.
Bugüne kadar her yardıma ihtiyaç duyduğumuzda yardımımıza koşan anavatan, şimdi gözü yaşlı yaralarını sarmaya çalışıyor.
Tarihin gördüğü en büyük felakette ölenlerin sayısı 20 bine yaklaştı. Ancak enkaz kaldırma çalışmaları sürdükçe bu rakamın çok daha yukarılara çıkacağına ilişkin korkunç bir şüphe içimizi kemiriyor.
Daha önce de yazdık. Bu yangını söndürmeye belki bizim gücümü yetmez. Ama Nemrut’un yaktığı o ateşi söndürmek için ağzında bir damla suyla yangına koşan karınca gibi bizim de yapabileceklerimiz var.
İtiraf edelim. Bugüne kadar biraz da hoyratça, Türkiye’nin her an yanımızda olduğunu bilmenin de rahatlığıyla ülkemizi iyi yönetmedik. Har vurup, harman savurduk.
Maaş ödeyeceğiz dedik, Türkiye’den istedik. Okul yok dedik Türkiye’den istedik. Hastane yetmiyor dedik, Türkiye’den istedik. Gençlerimizin evi yok dedik, Türkiye’den toplu konut istedik.
Türkiye bu talepler karşısında bizi hiç geri çevirmedi. Bir annenin yavrusuna baktığı gibi bizi hep gözünden sakındı.
Ama artık o anne de ağır yaralı. Elbette anavatanımız iyileşecek. Elbette seferber olup yine ayağa kalkacak, yaralarını saracak. Elbette bir annenin yavrusunda asla vazgeçmeyeceği gibi bizden vazgeçmeyecek.
Ancak o zamana kadar biz Türkiye’ye elimizden gelen tüm yardımı yapmak zorundayız.
İş insanlarımız, örgütlerimiz bu konuda öncülük etmeli.
Hiçbir Kıbrıslı Türk, böyle bir dönemde Türkiye’den bütçemizdeki açık gerekçesiyle gelecek herhangi bir yardımı vicdanen kabul edemez.
Kendi ayaklarımızın üzerinde durup bu dönemde asıl bizim anavatanımıza yardım etmek zorunda olduğumuzu bilmek zorundayız.
Bunun için tüm ülke olarak fedakarlık yapmak zorundayız. Bundan sona ayağımızı yorganımıza göre uzatalım.
Artık hiçbir eskisi gibi olmayacak, olmamalı. Bu felaket KKTC’nin yönetimsel yapısı için de milat olacak. Bizden söylemesi..