BİR ÖYKÜ ELİMİ BIRAKMA

İnsan gece yatarken sabah kıyamete uyanacağını bilebilir mi? Hayatının saniyeler içinde değişeceğini. Ya da avuçlarının arasından sahip olduğu en değerli şeyinin, mutluluğunun kayıp gidebileceğini…

İnsan gece yatarken sabah kıyamete uyanacağını bilebilir mi? Hayatının saniyeler içinde değişeceğini. Ya da avuçlarının arasından sahip olduğu en değerli şeyinin, mutluluğunun kayıp gidebileceğini…
Sabaha doğru olan depremle yerimizden fırlayıp kendimizi can korkusuyla merdivenlere attığımızda aşağıdaki yıkımın ne derece olduğunu bilmiyor ancak tahmin ediyorduk. Deprem bizi yatağımızla birlikte yerden elli cm yukarıya fırlatmış, sağa ve sonra sola doğru savurmuştu. Merdivenlerden ikişer üçer atlayarak zemine ulaştık. Kapıdan çıkar çıkmaz gördüğümüz manzara tahminimizden daha kötüydü. Yan bina tamamen yerle bir olmuştu. Çaprazımızdaki beş katlı bina yan binaya doğru yatmış, üzerine yattığı binanın üst iki katını parçalamıştı. Toz duman bulutundan göz gözü görmüyordu. Hava zaten karanlık olduğu için, elektriklerin de kesilmesiyle şehir karanlığa bürünmüştü. Yatağımın başucunda durduğu için yanıma alabilmiş olduğum telefonun aydınlatmasını merdivenden inerken kullandım. Aşağıda bizi birkaç dakika daha idare etti bu ışık. Sonra cılızlaştı ve karanlıkta kaldık. Sema’nın telefonuna baktım hemen. Her akşam şarj etmeyi ihmal etmediği için şarjının tam olduğunu biliyordum. Onun telefonuyla sağımızı solumuzu görmeye çalıştık. Çökmüş olan binadan insan sesleri geliyordu.
-İnsanlar, enkazın altında. Bir şeyler yapmalıyız diye ağlıyordu, Sema.
Kazacak hiçbir şeyim olmamasına rağmen ellerimle beton parçalarını yerlerinden oynatmaya çalıştım. Bir demir parçasını betonun altına yerleştirip taşları yerinden hareket ettirmeyi denedim. Kısa bir süre sonra yanıma gelen bir delikanlı enkazın üzerinde durmamızın hatalı olduğunu, bu şekilde hayatta kalmış olanları riske atabileceğimizi söyledi. Telaşla molozların üzerinden indik. Mezarlığa gitmiş de yanlışlıkla mezarların üzerine basıyormuşum gibi hissettim bir an.
-Yardım çağırdık dedi delikanlı. Birazdan iş makinaları gelecek, kurtarma ekipleri de. Babam ve annem enkazda. Ben gece arkadaşlarla buluşmuştum. Sabaha doğru eve dönerken sokakta yakalandım depreme. Ama kurtulacaklar biliyorum. İş makinası birazdan gelir, dayımın iş makinası var. Adıyaman’a gelmesi en fazla bir saat alır, dedi.
Bunları söylerken çılgın bir haldeydi. Gözleri kocaman kocaman açılmıştı. Gün yeni ışımaya başladığından telefonun ışığına gerek duymuyorduk artık bunu görmek için.
Kim bilir kaçıncı kattan yere fırlamış bir beşik ve içinde ağlayan bir bebek vardı. Sema elimi bıraktı. Bebeği kucağına aldı. Bebek ağlaması kesiliverdi birden. Şubat’ın en soğuk günleriydi ve bebeğin üzerinde sadece zıbını vardı. Sema yakınlarda bir yün bebek battaniyesi gördü üzerindeki molozları silkeledi ve bebeğin üstüne örterken
-Belki de bu bebeğin battaniyesidir, dedi. Bebeğin annesi olduğunu tahmin ettiğimiz bir kadın yanımıza yaklaşıp dualar ederek çocuğu aldı Sema’nın kucağından. Sema elimi tuttu.
-Ben balkona hava almaya çıkmıştım. Apartman çöktü, zeminle bir olduk. Bebeğim beşiğiyle yola düştü. Burnu kanamamış. Bu bir mucize, diye ağlıyordu.
Her şey felaket filmlerindeki gibiydi. Yardımımız olabilir diye düşünerek birkaç bina ötedeki çığlıklara doğru koştuk. Enkazdan duman çıkıyordu ve bizim yardım edecek hiçbir imkanımız yoktu.
Sema’yı bir saniye bile yanımdan ayırmak istemiyordum bu arada. Elini daha sıkı tuttum kendisini kaybetmekten, telefonumun şarjı bittiği için kendisine ulaşamamaktan korkarak. Sokakta ilerlerken çökmüş binaların çevresindeki insan yığınlarını görüyorduk. Bir şeyler yapmaya çalıştıklarını ancak yapamamanın çaresizliğini yaşadıklarını biliyordum kendi duygularımdan. Enkazdan kendi çabasıyla veya yakınlarının desteğiyle çıkabilmiş olanlar bile, enkazın altında kalanların üzüntüsü ve onların kurtarılmasının telaşesiyle kurtulduklarına sevinemiyorlardı.
Ben ne hissetmiştim apartmanın merdivenlerinden dışarı çıktığımızda? Sema’ydı kaybetmekten korktuğum, iyi ki ona bir şey olmadı dedim kendi kendime. Çocukluk aşkımdı, onsuz yaşamayı hayal bile etmek istemiyordum. Elini fark etmeden o kadar sıkmışım ki çığlık attı. Ama yine de
-Elimi bırakma, dedi. Korkuyorum seni kaybetmekten.
İkimizin de ayağında terlik vardı. Pijamalarımızla fırlamıştık dışarı. Gün ağardıktan sonra titremesi geçer diye kendimi avutuyordum. Hiç geçmedi Sema’nın titremesi. Oradan oraya yardım için koştururken bile devam etti. Enkazın altında kalanları kurtarmaya gelenlerin sayısı arttı bir anda. Az hasarlı binalardan kendini dışarıya atmış olan insanlar, kurtarma çalışmaları için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Öğlene kadar yürüyerek gidebileceğimiz yerlere kadar gittik. Adıyaman’ın pek çok mahallesinde yıkılmış binalar vardı. Yardım edemesek de çığlıkları yardım için gelenlere bildiriyorduk. Küçük bir kız ağlıyordu, annesini kaybettiği için.
-Annemi kaybettim dedi. Annesini kaybetmiş de olabilirdi ya da annesi yaşıyor ama gerçekten kaybetmiş de olabilirdi. Biri küçük kıza yaklaşarak
-Kızım, canım kızım, diyerek kucağına almak için hamle yaptı. Çocuk
-Annemi istiyorum, diye ağlamasını sürdürüp arkasını döndü. Kadın hızla uzaklaştı.
Küçük kızı diğer çocukların olduğu bir alana götürdüler. Hala ağlıyor ve
-Annemi istiyorum diye ağlamasını sürdürüyordu. Demin annesine teslim ettiğimizi düşündüğümüz bebek için de endişelendim birden. Ama artık her ikisi de ortada yoktu.
Sema’nın rengi bembeyazdı, dün geceden beri bir şey yememiş, daha önemlisi ilaçlarını da içememişti. Tansiyon ve kalp ilaçlarını almayı hiç aksatmazdı.
Arabamız sağlam duruyordu. Yıkılan binadan düşen bir tuğla arabanın tavanında bir hasar bırakmıştı, başka bir sorun görünmüyordu. Çalışmaması için bir neden yoktu. Ancak anahtarın yukarıda olduğu ilk panik geçtikten sonra aklımıza geldi. Arabayla şehirden uzaklaşmak için anahtarı almamız gerekiyordu. Öğlen olmuştu ve iş makinaları yoktu ortada. Dayısının iş makinasını bekleyen delikanlının hüngür hüngür ağlamasını teselli etmek dışında elimizden başka bir şey gelmiyordu artık. Anahtarı almak, bu kıyamet alanından Sema’yı ve kendimi uzaklaştırmak en doğrusu olacaktı.
-Mersin’deki yazlık evimize gidelim. Geceyi orada geçiririz, dedim Sema’ya.
Bütün ısrarlarıma rağmen Sema’ da geldi benimle yukarı. Uzun kalmak istemediğim için doğruca girişteki portmantonun çekmecesini açıp arabanın anahtarını aldım. Ayaklarıma spor ayakkabılarımı geçirirken ilacı almam gerektiğini hatırladım. Yatak odasına geçip Sema’nın başucundan ilaçlarını, yarım şişe suyunu ve kendi başucumdan cüzdanımı aldım. Girişten paltolarımızı alırken Sema’ya seslendim acele etmesi için.
Mutfaktan doğru geldi sesi.
-Mersin’de yiyecek bir şeylerimiz olsun diye buzluktan içli köfteleri alıyorum. Elektrikler kesildiği için bozulmasınlar hem de, diye cevapladı beni. Saniyenin onda biri kadar bir zamanda ne kadar acıktığımı, eşimin elleriyle hazırladığı içliköfteleri yemenin nasıl bir lüx olduğunu, içli köfteyi elimle tutacak olsam ellerimin toprağı kazmaya çalışmaktan kapkara olduğunu, yıkamak için su olmadığını düşündüm.
Sema’nın spor ayakkabısını giymesi için ayakkabılıktan çıkarıp kapının önüne koyarken geçmişten bir sahne canlandı gözümde birden. Babaannem ölünce ayakkabısını kapının önüne koymuştu dedem. İçim ürperdi. Hemen ayakkabıları yerden alıp göğsüme bastırdım.
Sema mutfaktan girişe doğru koridorda ilerliyordu. Aniden korkunç bir gürültüyle sarsıldık. Sema’nın elini bırakmış olduğumu fark ettim o an. Sema’nın elini beş-altı dakika kadar bırakmıştım. Binanın ortadan ikiye ayrıldığını gördüm gözlerimle, Sema’nın eli bana uzandı bir an. Sonra bir metre uzağımdan aşağı doğru kayıverdi gözlerimin önünden. Onca yıllık aşkım kayıverdi ellerimden. Elini bırakmıştım, binanın benim olduğum tarafı sağlam kaldı. Sema’nın bulunduğu yarısı çöküverdi gözlerimin önünde. Sema’nın elini bırakmıştım, ayakkabıları göğsümdeydi. Ellerim gevşedi ayakkabılar da kaydı gitti Sema’nın peşinden gözyaşlarımla beraber. Sema’nın elini bırakmıştım…
Bu haber 1142 defa okunmuştur

:

:

:

: