BİR ÖYKÜ: YADİGÂR

Her yer karanlık. Alışık olmadığı kadar uzun süredir aç üstelik. Elini uzatıyor kadına, karşılıksız kalıyor isteği. Kendisine çok yakın ama dokunmuyor eli. Açlığını belli etmeye çalışıyor her zamanki gibi. Haykırıyor avazı çıktığı kadar.

Her yer karanlık. Alışık olmadığı kadar uzun süredir aç üstelik. Elini uzatıyor kadına, karşılıksız kalıyor isteği. Kendisine çok yakın ama dokunmuyor eli. Açlığını belli etmeye çalışıyor her zamanki gibi. Haykırıyor avazı çıktığı kadar.
-Açııım diye bağırıyor tekrar onun bildiği şekilde. Daha önce kendisinin en ufak bir hareketiyle sevinen, anlatmak istediğini anlayan kadın şimdi anlamıyor. Sanki onu sevip koklayan, kucaklayan kadın değil yanındaki. Daha önce de uyudu, uyandı, açımıım diye ağladı. Sonra yine uyuyakaldı. Yine ağladı.
Her zamanki gibi üzerine bir şey sarmasını, onu kucaklamasını istiyor ama hiçbirini yapmıyor kadın. Bağırıyor kıpkırmızı olana kadar, boğazı ağrıyana kadar, kadının ağzından çıkmasını beklediği yatıştırıcı sesler çıkmıyor. Karşısındaki en ufak bir ses çıkarsa rahatlayacak.
Süt kokusu geliyor burnuna hala ama artık ekşi bir süt kokusu bu. Bir hava esintisiyle koku azalıyor. Hem aç, hem üşüyor şimdi. Süt kokusuna uzatıyor elini. Açlığın verdiği ızdırapla kadını kendine çekmeye çalıştığında eline ilk gelen saç yumağına sıkı sıkı asılıyor. Küçücük parmakları kenet olmuş. Bırakmak istemiyor elindekini. Saç tutamının kokusu da farklı. Eskisi gibi coşku yok, sevinç yok, yaşam yok eline doladığı tutamda. Hissediyor bunu, daha önce kadının sıkıntılı olduğu zamanları, öfkeli, neşeli ve dingin olduğu zamanları hissedebildiği gibi.
Ses, ışık ve hava esintisi aynı anda geliyor bu sefer. Sıkı sıkı tuttuğu elini bırakmak istemiyor onu sarmalarlarken, enkazdan yukarı çekerlerken. Şimdi kadından uzaklaştığı için içi de üşüyor.
-Saçı elinde kalmış, diyor kurtarıcılarından biri.
-DNA’sından çocuğun kime ait olduğu bilinsin diye annesi ölmeden önce son anda çocuğunun eline sıkıştırmış olabilir diyor öteki.
-Ya da can havliyle annesini kendine çekerken saçını yolmuş olabilir diyor, onu kucağında taşıyan.
Sekiz dokuz yaşlarında bir çocuk yanlarına yanaşıyor, bebek ağlama sesini ilk duyan ekiplere haber veren o.
-Gecenin o saatinde burada ne yapıyordun? diye soruyorlar.
-Biz ilk gün bu apartmanın en üst katındaki balkondan yürüyerek yola indik. Enkaza sıkışmış olan amcam dün hayatını kaybetti. Sıkıştığı yere köpeklerin girip çıkmasını, amcamın cansız bedenini parçalamasını önlemek için bekliyorduk babamla. Artık amcamın sesi gelmiyordu. Derinden gelen, bir bebek ağlama sesi duydum o zaman, size haber verdik hemen, diyor.
Amcasının cansız bedenini bekleyen çocuğun elinde kendisine ait olmayan bir deprem çantası. Hemen alt katlarındaki kız çocuğu hazırlamış. Deprem çantasının içinde mont, bisküviler, krakerler, lamba, su ve kedi maması var. Küçük kızın aksine kedisi canlı çıkıyor enkazdan ve oğlan çocuğu tarafından besleniyor. Kedi artık kuyruğunu sallamıyor yaş mamasını yerken.
Çöken evlerin oluşturduğu toz bulutları arasından geçen bir motosiklet sürücüsünün, babasının cansız bedenini defin alanına taşıdığını bilmiyor enkaz başındakiler.
Kar yağmaya başlıyor. Çocuk her şeyi unutup bir an gülümsüyor. Babasının omuzları iyice çöküyor. Enkazdaki abisiyle yaptıkları kartopu savaşları geldi aklına, diye düşünüyor çocuk. Ama adamın aklında o gece olacak zehir gibi şubat soğuğu, enkaz altında kaybettiği uzak yakın tüm canlar, bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı var. Bebeğin ağlaması uzaklaştırıyor kendisini bu düşüncelerinden.
Kurtarma ekibinin arasına dalan yaşlı bir kadın
-Yadigâr, Yadigâr, diye sesleniyor bebeğe doğru. Bebek tanıyor bu sesi, susuyor hemen.
-Kızımın yadigârı o artık, diyor yaşlı kadın kucağında sarmaladığı bebeğe bakarak.

Bu haber 997 defa okunmuştur

:

:

:

: