Depreme dışardayken yakalanıyorsun. Mekândan çıkıp arabana yürüyorsun evine dönmek için. Parlak bir ışık görüyorsun uzakta, sonra gürültü ve sarsılmalar başlıyor. Ayakta duramıyorsun, önce sağa sonra sola doğru sallanıyor yer. Sen toprak dalgalanmaya başladığında önce yakınındaki taş duvara elinle tutunuyorsun ne yaptığını çok düşünmeden. Sonra sallanarak duvardan uzaklaşıp yere çömeliyorsun. Birden ortalık zifiri karanlık oluyor. Sesler, çığlıklar geliyor. Yavaş yavaş gözün alışıyor buna, etrafı görebilmeye başlıyorsun. Vale ortada yok, valenin durduğu pimapen kulübe yıkılmış. Arabayı alamayacağını anlıyorsun. Vale kurtulmuşsa bile bir yerlere birilerine yardıma gitmiştir diye düşünüyorsun. Anahtar ya onda ya da yıkılan kulübenin enkazında. Evde yedeği olduğunu bildiğin için sana çok sıkıntı olmuyor bu durum.
Seviniyorsun bu sarsıntılar olurken evde veya mekânda olmadığın için, şanslı hissediyorsun kendini. Birden evinin ne durumda olduğu senin için önemli oluyor. Aklına evindeki kasa geliyor. Ev yıkılmışsa kasandaki her şeyin gitmiştir diye düşünüyorsun. Biri duvardan sökülmüş kasayı alabilir diye düşünüyorsun. Kasa ağır molozların altında parçalanıp içindekiler başkaları tarafından talan edilebilir diye endişeleniyorsun. Herkes panik içinde, sokaklara fırlamış durumda. Bazı yerlerde yol kalmadığı için molozların üzerine tırmanıp tekrar yola iniyorsun. Sağında solunda senin kaç katlı olduğunu çok iyi bildiğin binalar yerle bir olmuş durumdalar. Yardım çığlıkları geliyor sen ilerlerken. Sirenler çalıyor. Ortalık aydınlandıkça felaketin boyutları daha çok seriliyor gözlerinin önüne. Arabayla on beş dakikada gideceğin yolu yürüyerek, üç saatte alıyorsun.
Üç yıldır bu şehirde yaşıyorsun. Yaptığın, yaptırdığın inşaatlar depreme dayanıklı olduğu ilanıyla satışta. Evde olduğu gibi bankada da kasan var. Eşin ve oğlun yurtdışından seni telefonla arıyorlar. Daha telefonlar kesilmediği için cevap veriyorsun evine doğru hızla ilerlerken. On ikinci kattaki dairenin bulunduğu binanın çökmediğini görünce seviniyorsun. Çığlıklar geliyor sağdan soldan. Ortalık toz duman olmuş durumda. Binanın girişinde bir adam,
-Girmeyin beyefendi, yıkılmadı ama tehlikeli. Artçı sarsıntılar sürüyor, diyerek seni uyarıyor. Sen aldırmıyorsun. Asansör çalışmadığı için on iki katı merdivenle çıkmak zorunda olmak canını sıkıyor. İki katta bir dinlenmene rağmen nefes nefese kalıyorsun Merdivenlerde yığılıp kalmış yaşlı bir kadın var. Herkes indikten sonra kendi başına inmeye kalkmış bir yaşlı diye düşünüyorsun. Yalnız yaşadığını anlıyorsun. Kadın sana bir şeyler söylemeye çalışıyor. Anlıyorsun, kendisini aşağı indirmen için senden yardım istiyor. Korkmuş evde yalnız kalmaktan. Ama senin acelen var, kasan bekliyor. Yukarı kata ulaşman gerek. Dönüşte ilgilenirim diyorsun içinden. Görevini tamamlamak istiyorsun öncelikle. Eve ulaştığında kapıyı açmakta zorlanıyorsun. Duvar ve çelik kapı ayrı yönlere hareket edip sıkışmışlar. Anahtar kilidi açmasına rağmen kapının hareket etmesi için omuz kuvvetiyle itilmesi gerekiyor. Kapıyı aralayabilmiş olmak seni rahatlatıyor. Doğruca salona gidiyorsun. Şöminenin içine kasa yaptırma fikrinle gururlanıyorsun. Sadece dekor için yapılmış bacasız bir şömine bu. Hiç yakmadığın odunların arkasına gizlenmiş kasanın şifresini girip tozlu kapısını açıyorsun. Külçe altınları iki cebine, paraları girişten aldığın çantaya doldurup mutfağa geçiyorsun. Artçı bir sarsıntı oluyor bu arada. Bu seni korkutmuyor. Paranı aldın ya artık sana bir şey olmaz diye düşünüyorsun. Dün geceden beri su içmediğini ve yemek yemediğini hatırlıyorsun. Buzdolabını açıyorsun. Elektrik kesik olmasına rağmen henüz hiçbir şey bozulmamış durumda diye seviniyorsun. Acele etmen gerektiğini bilmene rağmen buzdolabının önünde beş dakika vakit harcıyorsun. Cebine, külçelerin üstüne biraz yiyecek koyuyorsun. Çantanın en üstüne kalın birkaç parça giysi yerleştiriyorsun. İlaçlarını ve arabanın anahtarını alıp evden çıkıyorsun. Çıkarken yaptığının aksine dönüşte merdiveni uçarak iniyorsun. Yaşlı teyzenin önünden geçerken onun artık kıpırdamadığını görüyorsun. Durup nabzını dinlemek için vaktinin olmadığını düşünüyorsun. Ölmüş zaten, ölmediyse de ha öldü, ha ölecek, diye düşünüyorsun.
Binaya girerken sana engel olmaya çalışan adam elindekilere bakıyor. Oradan bir parça kıyafet çıkarıp kendisine veriyorsun.
-Kendime çanta dolusu kıyafet aldım, Kış günü sen de üşüme, diyerek ona uzatıyorsun. Adam sana minnettarlıkla bakıyor. Şimdi artık aynı yolu katederek mekânın önünde duran arabana ulaşman gerekiyor. GLX350 Mercedes’inin ne koşulda olursa olsun çalışacağını biliyorsun. Şehirden uzaklaşmanın garantisi o. Yol üzerinde yıkık bina enkazından uzanmış bir el görüyorsun. Herhangi bir ses olup olmadığını anlamak için dinliyorsun. Bu ele uzanmak için dayanılmaz bir istek duyuyorsun. Tozlar içinde gördüğün o yüzüklü bilezikli elin hemen yanı başına ayağın tökezlemiş de düşmüş gibi kapaklanıyorsun. Uzandığın eli yukarı çekmek için yavaşça tutuyorsun. Elin sıcaklığı seni şaşırtıyor. El birden hareket ediyor. Elimi bırakma der gibi elini sıkıyor. Kimsenin olup olmadığını anlamak için çevrene bakıyorsun. Herkes biraz evvel olan artçı sarsıntı sonucu enkaz altında kalan arama kurtarmacı için yardım telaşesindeyken sen kadının kolundaki üç burma bileziği alıp yoluna devam ediyorsun. Boyun devrilsin!