Altmış beş kişilik Hollanda Kentsel Arama Kurtarma Ekibi (USAR-NL) ile sekiz de köpek geliyor geliyor. Gazetem için onlarla ilgili haber yapmak istiyorum. Konuşmaya, sorularımı yanıtlamaya vakitleri olmadığı için röportaj değil, gözleme dayalı bir haber olacak bu.
Ekipte askerler, itfaiyeciler, polisler, sağlıkçılar ve cerrah bulunuyor. Lojistikçiler, koordinasyon ve iletişimden sorumlu olan personeller de var.
Jeneratörler ve bunlara bağlı ısınma sistemleri getirmişler, AFAD onlara yakıtla destek veriyor. Önce birkaç çadırda elektrik, daha sonra wi-fi bağlantıları kuruluyor. Sabaha doğru sahadan dönen ekiptekilerin yatıp dinlenmesi için beş-altı tane on kişilik büyük kışlık çadır kuruluyor. Tercümanın da çadırı ilk günden hazırlanıyor ve üzerine ismi yazılıyor.
Mutfak ve ofis çadırlarında sıcak hava üfleyen kalın bir boruyla oluşturulmuş ısıtma sistemi kurulu. Yiyecekler, sulu yemek de dahil, plastik torbaların içinde. Bir kazanda su kaynıyor, oradakiler yemek torbalarını sıcak su kazanına atıp ısıtarak yiyebiliyor. Günlük vitamin, kalori ihtiyacı hesaplanmış, beş bin kalorilik ordu kumanyası. Herkese on gün yetecek kadar getirmişler. Hatta ordu için hesaplanan miktar bize fazla diye, kumanyaları herkesin alabileceği şekilde dağıtıyorlar. Çayına, kahvesine, çorbasına ve tatlısına kadar her şey düşünülmüş, hesaplanmış.
İçinde “helal” yemek, vejetaryen menüleri de var. Bunların hepsi Hollanda’daki arama-kurtarma ekibinin lojistik deposu tarafından hazırlanmış. Ekibe yardım eden tercüman anlatıyor bana bazı bilgileri. Onlar enkaz başında çalışırken tercümanla ben iki metre geride bekliyoruz. Tercümandan bir sürü şey öğreniyorum bu arada.
Köpeğiyle birlikte ekibin içinde yardım çalışmalarına katılan Laura enkaz alanına geldiğinden beri üç dört saat uyuyabildi. Bu kadar insanın yardım çığlıkları varken nasıl uyuyabilir insan? Bizim gibi o da uyuyamıyor. Çadırdan çorba çay alıp içmek, o sıcak çadırda yatmak da içinden gelmedi. Hep çalıştı o yüzden.
Tercüman sohbet arasında bana Laura’nın facebook hesabında okuduklarını anlatıyor.
Yaşananlar çok acıydı, diye yazmış Laura facebook hesabına. İlk dört gün sadece üç saat uyudum. Acıkmadık, susamadık bile. Çünkü her enkazın altından yardım çığlıkları geliyordu. Bir ara soluklanıp kahve ile enerji toplamak için bir çadırın arkasına geçtiğimde hayatını kaybetmiş bebeğinin elini tutan, onun başından ayrılmayan bir anne gördüm. Sanki çocuğu da ona, elimi bırakma anne, diye sesleniyormuş gibi geldi bana. O zaman o kahveyi attım elimden hemen. Hayır, dedim kendime. 7/24 çalışmalısın. Enkaz alanına koştum yine”.
Bir gazeteci arkadaşım gönderiyi paylaşmış. Okuyoruz.
İnsanlarla, aynı dili konuşmasa da yüreğiyle iletişime geçiyor Laura. Birinci günden itibaren şu nasıl denir, bu nasıl denir diye birçok şeyin Türkçesini soruyor tercümana. İlk gece teşekkür etmeyi, köpeği enkaz altında canlı bulamadığında “çok üzgünüm” demeyi öğreniyor. Dokuz günün sonunda Hollanda’ya dönmeden hemen önce, “rahmet ve sabır”ı da öğreniyor.
Ben de “bedankt voor alles”, demeyi öğreniyorum, kendisine söylemek için.