Önümüzdeki seçim, her ne kadar cumhurbaşkanlığı seçimi olarak tanımlansa da, sandıktan çıkacak sonucun ülke yönetiminde yaratacağı etkiler hafife alınamaz.
Cumhurbaşkanlığı makamı, bir siyasi partiyi tek başına iktidara taşımaz; ancak devletin en üst makamı olarak mevcut hükümetin Bakanlar Kurulu’na başkanlık edebilir. Bu makamın tarafsızlığı, dengesi ve hükümetle uyumu, yasaların işleyişinde belirleyici rol oynar. Cumhurbaşkanı, yasaları onaylar, gerekirse geri gönderebilir veya anayasanın belirttiği süre kadar bekletebilir. Meclis, geri gönderilen yasayı aynı şekilde tekrar kabul ederse cumhurbaşkanı imzalamak zorundadır.Bu yetkiler uyumlu bir anlayışla kullanıldığında ülke kazanır. Aksi durumda, hükümetle uyumsuz bir cumhurbaşkanlığı döneminde teşkilat yapısında ve yasa süreçlerinde ciddi aksamalar yaşanması, büyük bir kaosun ortaya çıkması ihtimal dâhilindedir.
Cumhurbaşkanlığı süresi 5 yıldır. Normal şartlarda erken genel seçim 2027’de yapılacaktır. Yani seçilecek cumhurbaşkanı, en az iki yıl boyunca mevcut hükümetle birlikte çalışacaktır. Bu süreçte yasaların zamanında imzalanması, dış ilişkilerde ortak bir dilin kullanılması, iç politikada uyumlu bir yol haritasının izlenmesi, devletin istikrarı açısından hayati önemdedir. Aksi takdirde kaosun maliyeti yalnızca ekonomik değil; diplomatik, toplumsal ve kurumsal güven açısından da ağır olacaktır.
Halkımız artık ülkede kaos istemiyor. Gereksiz siyasi çekişmelerin, ideolojik inat uğruna engellenen hizmetlerin ve halkın refahına doğrudan katkı sağlayacak projelerin rafa kaldırılmasının bedelini defalarca ödedi. Yaşanan her kriz, geciken ve bekletilen her yasa, aslında halkın cebinden çıkan ve geleceğinden çalınan bir fırsattır. İnsanımız; hizmetin hızlandığı, yatırımların önünün açıldığı, devletin tüm organlarının aynı hedefe kilitlendiği bir yönetim görmek istiyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri bu nedenle yalnızca bir “isim” seçmek değildir. Bu seçim, devletin önümüzdeki beş yıllık dönemde nasıl işleyeceğini, ekonominin hangi hızda büyüyeceğini, dış politikada hangi çizginin izleneceğini, iç barışın nasıl korunacağını belirleyecek bir tercihtir. Hele ki Kıbrıs meselesinde, Türkiye’nin dış politikasından kopuk bir anlayışın bu ülkeye sağlayacağı tek şey, belirsizlik ve çıkmazdır. Bu noktada, CTP adayının yaklaşımı özellikle dikkat çekicidir; çünkü söylemlerinde Türkiye ile uyumlu bir çizgiye bağlılık bulunmamaktadır. Oysa herkes bilmelidir ki Kıbrıs meselesinde en temel tercih, tartışmasız biçimde Türkiye’nin dış politikasına bağlı kalmaktır. Bundan sapmak, yalnızca diplomatik bir zafiyet değil, halkımızın güvenliğini ve geleceğini riske atmaktır.
Unutulmamalıdır ki, istikrar tesadüfen oluşmaz; doğru tercihlerle, bilinçli adımlarla inşa edilir. Halkın iradesi, sandıkta atılan oylarla, ülkeye hizmet eden ile hizmetin önünü tıkayan arasındaki farkı net biçimde ortaya koyar. Kaosu değil huzuru, çatışmayı değil uyumu, durgunluğu değil gelişmeyi seçmek bizim elimizdedir.
Önümüzdeki süreçte, cumhurbaşkanının hükümet ve meclis ile uyum içinde çalışması yalnızca devletin rutin işleyişi açısından değil; ülkemizin dünyadaki itibarı, yabancı yatırımcıların güveni, halkın yaşam kalitesi ve gençlerin geleceğe güvenle bakabilmesi açısından da kritik önemdedir. Aksi hâlde hizmetlerin geciktiği, kurumlar arasında gerilimin tırmandığı, toplumsal huzurun zedelendiği bir tabloyla karşı karşıya kalmak kaçınılmaz olur.
Halkımız, sandığa giderken yalnızca bir adaya değil, aynı zamanda istikrara, huzura ve ortak geleceğimize oy verecektir. Bu seçim, kısır çekişmelerin değil; üretken bir uyumun, hizmetin ve güvenin dönemi olmalıdır.
Bugüne söz mü? *İstikrar, Türkiye ile uyumda; huzur, doğru tercihte saklıdır.*