Cumhurbaşkanı Talat’ın “Dünya’nın Kıbrıslı Türklere vereceği var” sözü üzerine:

Geçtiğimiz günlerde, DAÜ Teknoloji Kulübü üyesi öğrencileri kabul eden Sayın KKTC Cumhurbaşkanı, “Dünyanın Kıbrıslı Türklere vereceği var, çünkü biz haklıyız ve alacaklıyız” sözlerini ifade etmesi memnuniyet vericidir.

Geçtiğimiz günlerde, DAÜ Teknoloji Kulübü üyesi öğrencileri kabul eden Sayın KKTC Cumhurbaşkanı, “Dünyanın Kıbrıslı Türklere vereceği var, çünkü biz haklıyız ve alacaklıyız” sözlerini ifade etmesi memnuniyet vericidir. Bu ve benzeri ifadelerin, dış politika terminolojimize yerleşmesinde büyük uğraş veren biri olarak sözkonusu vurguyu, 13.02.2008 tarihli yazımla : “ Uluslararası camia KKTC Halkına olduğu kadar hiç bir ülke halkına bu kadar borçlu kalmamıştır” şeklinde yansıtmıştım.
Ne yazık ki Türk Dış Politikasının en haklı olduğu Kıbrıs konusunda, Dünyadan alacağımızı tahsil etmek üzere, Annan Planı Referandumu ile, 25 Nisan 2004 tarihi itibarıyle ayağımıza gelen en tarihi uluslararası fırsatı ve en optimal süreci ısrarla değerlendirmek istemeyen ve “tanınma istemiyoruz ve görüşmelere önkoşulsuz yeniden başlamaya hazırız” gibi akıl almaz bir deklarasyonla, Rumların üzerindeki baskıları uzaklaştıran ve 20 yıl süren zorlu müzakereler sonunda oluşan bu altın firsatı elinin tersiyle itmeyi tercih eden yine KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Talat olmuştur.
Oysa AB ve BM taahhütlerine uygun olarak üzerimizdeki insanlık dışı ambargoların kalkmasını zorlamak, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin tam anlamıyle hukuksuz bir zemine oturmuş olan AB tam üyeliğinin başlamadan, çözüme dek askıya alınmasında ısrarlı olmak ve Kıbrıs’ta 35 yılını doldurmuş iki kesimli ve iki devletli bir Kıbrıs’ın iki egemen halkına eşit muamele sürecinin başlatılmasını taleb etmek sürekli barışa giden en gerçekci yol iken, Rum-Yunan insaf ve icazetine dayalı yeni görüşme süreçlerine bel bağlamak Kıbrıs Türkünün geleceğini yeni bir çıkmaz sokağa sürüklemiştir. Kıbrıs Türkü bu kahredici sonucu hiç de hak etmemiştir. Ufukta görünen onurlu bir çözüm değil, tek Devlet, tek egemenlik, tek halk, tek vatandaşlık, tek ekonomi ve tek uluslararası kimlik temellerinde kamofle edilmiş Helen Egemenliğinin kademeli bir altyapısıdır.
Sayın Talat’ın ısrar ve inisyatifinde Gambari Mutabakatı ile başlayan bu yeni süreçte, Rum-Yunan kanadı, 1977–79 Doruk Antlaşmaları, Perez de Cuellar Planı, Gali Fikirler dizisi ve son olarak Annan Planı çerçevesinde belirlenen BM çözüm parametrelerinden uzaklaşmakla kalmamış, 1960 Antlaşmaları altında garanti altına alınan temel siyasi haklarımızı ve Anavatan Türkiyenin Garantörlük haklarını ortadan kaldırmaya yönelik somut adımlar atmıştır. Rum Parlamentosunun Türkiyenin garantörlüğünü reddededen kararı, Garantör İngiltere ve Yunanistanın bu yaklaşımı destekleyen tutumları, AB’ne tam üye olmuş bu günkü “Kıbrıs Cumhururiyeti” egemenliğinin ve uluslararası statüsünün tartışmaya açık olmadığının ilan edilmesi, ABAD kararları ve tek halk, tek devlet ve tek egemenlik, tek yargı organı gibi işlevsel devlet adı altında siyasal eşitliğimizi, çift uluslu devlet yapısını ve veto haklarımızı ortadan kaldıran ve çoğunluğun yönetim esaslarına kapıları açan somut adımlar atılmış ve atılmaktadır.
Mutlu Barış Harekatından 36 yıl sonra ve Sayın Talat’ın şahsında Dış Politikamız Barış Harekatının tüm kazanımlarını sıfırlamaya yönelik vahim bir süreç içine sokulmuştur. 50’nin üzerinde Türk Hükümetinin gayret ve kararlılığı, yüzlerce Türk diplomatının alın teri ve uykusuz nice geceleri, üç nesil insanımızın şanlı direnişi, dökülen kan ve gözyaşı unutulmuş, milli mutabakat belgelerine şehitlerimizin kanı ile kazılan kırmızı çizgilerimizin tümü, sayın Talat’ın şahsında müzakere masasında ilk kez tartışmaya açılmıştır.
Bugün, Kıbrıs Türküne yeniden tekrarlanan süslü vaadler ve sözde AB’nin KKTC ile doğrudan ticaretini öngören son gelişmeler, 47 yıldan beri Rumların hukuksuz ve tek taraflı işgal ve inhisarında olan “Kıbrıs Cumhuriyeti” ünvanının bir an önce Türkiye tarafından tanınması ve kabulüne yönelik birer Truva Atından ibarettir. Ne yazık ki, bugün sürdürülmekte olan görüşmeler, Rum Kanadının, başka bir deyişle, “AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyetinin” 1960 Kıbrıs Kuruluş, İttifak ve Garanti Antlaşmalarından bir an önce kurtulmasına veya azad edilmesine yönelik bir vasıtaya dönüşmüştür. AB’nin tam üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti, 1960 Antlaşmalarının öngördüğü çift uluslu yapıdan, Devlet ve egemenliğin kurucu ve eşit sahibi iki halk temelinden ayrılıp tek halk ve tek egemenlik temelinde bir yapıya dönüşmeyi yeğlemektedir. Kıbrıs üzerinde, Türkiyenin etkin garantörlüğü reddedilmektedir. Devlet yürütme, yasama ve yargı organlarında sahip olduğumuz kurucu, anayasal eşit yetki, söz ve veto haklarından yoksun “azınlık unsur” statüsünde, bu günkü Kıbrıs Cumhuriyetine entegrasyonumuz siyasal çözüm olarak takdim edilmektedir. “Kıbrıs Türkünün Dünya ve AB ile bütünleşme hedefinin”murad ettiği bu kahredici sonuç eşzamanda Kıbrıs’ta Helen Egemenliğinin önündeki tüm engellerin ortadan kalkmasını öngörmektedir. Rum-Yunan kanadı Enosis diyerek başlattığı 50 yıllık silahlı mücadeleyi, 1974 yılında kaybetmesine rağmen, 2010 yılında, uzun vadeli Enosise hedefine yeniden yönelmesi 18 Nisan, KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerine tarihsel bir önem kazandırmıştır.
Nisan, 2004 Referandumunda sergilediği irade ile açıkça aldatılan Kıbrıs Türkü, ikinci kez ayni hatayı işler ve geleceğini görüşmelerin çıkmaz sokağına teslim ederse, toplu intihar ve tükeniş yolculuğuna onay vermiş ve bu yolculuk için bilet almış olacaktır.
Bu haber 615 defa okunmuştur

:

:

:

: