Yemek ve Seçimler

Yaklaşık dört haftadır yemekten, diyetten, kültürlerin kiloyu nasıl algıladığından söz ediyorum.

Yaklaşık dört haftadır yemekten, diyetten, kültürlerin kiloyu nasıl algıladığından söz ediyorum.
Bu hafta da yemeğe biraz daha farklı bir açıdan bakacağım.
Politika, hak, cumhurbaşkanlığı seçimleri ve yemek arasındaki enteresan bağlara değineceğim.
Yemek vardır, yersiniz göbeğiniz şişer, yemek vardır, yersiniz cebiniz şişer!
Kimi zaman bunu tek başınıza yersiniz, kimi zaman arkadaşlarınızla.
Göbeğin fazla şişmesi kötüdür, ayakkabınızı giymekte zorlanırsınız.
Aşırı büyük göbek bastığınız yeri görmenize engel olur.
Doğru yolu bulmakta zorlanabilir kişi!
Cebi şişiren yemeklerde, sağlam mide ister.
Her mide bunu kaldırmaz.
Ancak, bizde hem göbekler hem de cepler pek sık şişer olmaya başladı.
Dikkat!!
Göbekte doktora, diyetisyene gideriz, cepleri şişiren, etrafın midesine taş gibi oturan
O diğer tarz yemekte de bir umutsuzluğa, boşluğa, çıkmaza gireriz.
Her parti, bir diğerinin ne kadar yediğinden söz eder.
Kendilerinin bu yeme furyasına bir dur diyeceklerini savunur.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri gibi biraz daha farklıdır.
Burada hak yemekten söz edilir. Dünü yedik mi, yaşadık mı diye tartışılır.
Dikkat edelim, geleceğimizi de yemeyelim, gibi telkinlerde bulunulur.
Geleceğimizi masada kaybetmeyelim, kendimizi, Rumlara tabakta sunmayalım denir.
Bu seçim süresince yine bunlar dendi de dendi, konvoylar yapıldı, mitingler düzenlendi, broşürler dağıtıldı, afişler, poster asıldı.
Geziler yapıldı, ziyaretler gerçekleştirildi.
Radyoda, televizyonda programlar, reklâmlar yapıldı.
Adayların enerjisine bir diyeceğimiz yok.
Desem desem, “tebrikler”, derim.
Bu koşuşturmacayla, stresle iyi başa çıktılar.
Muhtemelen vitamin takviyesi almışlardır.
Dünyanın çoğu yerinde, adaylar propagandalarına başlamadan önce tıpkı, parti programlarına çalıştıkları gibi, kendi sağlıkları, kondisyonları ve dış görünümleri üzerinde de profesyonel ekiplerle çalışırlar.
Politikacını hayatında beslenme çok önemlidir.
Medyadan takip ettiğim kadarıyla hemen hemen tüm adayların kondisyonu, enerjileri iyiydi.
Rakip olarak gösterilen iki adayın seçim dönemlerinde profesyonel iletişim danışmanlığı aldığı da oldukça açık.
Ancak, bu konuda ne çalıştıkları ajanslar ne de kendileri sanki pek de yeterli doyuma gelmeden, bir acele içinde gibiydiler.
Kampanyaların kalitesi üzücüydü ama yemekle ilgiliydi.
Nar, son zamanların en iyi detoks meyvelerinden, turuncu rengin ise iştahı açtığı iddia ediliyor. Bu yüzden ‘fast food’ mekânları genelde turuncuya boyanıyor.
İletişim eğitimi almış ve bu konularda ders veren birisi olarak, söyleyebilirim ki, söylemlerinde çok bariz hatalar vardı.
Arkasında halk var demek, ne demek? Bu tarz tek adam, tek lider görüşü 70’lerde 80’lerde bitmemiş miydi? Artık politikacı, cumhurbaşkanı, halkı arkasına değil, yanına almıyor muydu? Hatta almaz, bu kendiliğinden oluşur. Öyle bir sistem kurulur. Hep birlikte, aynı değerde, aynı yerde, hep bir birimizi görerek, duyarak yol almalıyız.
Halkın arkada olması, önde olabilecek kadar iyi olmadığı, liderin herkesten iyi, daha başka olduğu için önde olduğu anlamına da geliyor.
Ya halkın adayıyım demek. Belli bir partinin adayı olup da seçildiğim taktirde herkesin Cumhurbaşkanı olacağım demek farklı birşey, herkesin adayıyım demek daha farklı.
Halkın adayı belli ise, o zaman neden seçim yapıyoruz ki?! Açıkçası bana kimse sormadı. ‘Adayın mı’, diye soran olmadı. Ben de acaba ben halk değil miyim diye düşünmeye başladım. Dışlanmışlık duygusu değil, katılımcılığı, birlikte farklılıkların yaşayabileceği vurgulanmalıydı.
Peki, dün ya da dünya demek! Neden ikisi arasında bir seçim yapmak zorunda bırakılayım ki
Dün kötü şeylerde oldu, iyi şeylerde. Bazen dünü unutmak isterim bazen de dünün ne güzel olduğunu hatırlarım. Sonra geçmişi bırakmak bazı açılardan da travmatik değil mi? O yüzden kayıpları ısrarla aramıyor muyuz? Diğer açıdan da dünya, her zaman iyi mi?
Dünyada ne savaşlar, ne göçler, ne depremler oluyor. Dünya yaşlanıyor, kirleniyor, ısınıyor! Evet, dünyadayız ve onun parçası olduğumuzu hissetmeliyiz, bunu yaşamalıyız ama bu istek bu sloganla söylenmemeliydi. Bence, Orhan babanın dediği gibi, “batsın bu dünya” ama o özlediğimiz daha güzel dünya için çalışalım ve çalışalım...
Sonuçta sloganlar çarpıcı değildi. Hatta kavramsal olarak da hatalarla doluydular. Bir önemli süreci daha geride bıraktık. Ben bu yazıyı Cumartesi günü yazdım, dolaysıyla henüz seçim sonucunu bilmiyorum. Umarım en hayırlısı olur. Bakalım kimler kurban kesecek, baklava dağıtacak ve belki de şampanyalar patlatacak. Yani yine yemekle yeni bir döneme gireceğiz. Umarın yenen sadece yemek olur. İyi günler... Pazara görüşmek dileği ile
Bu haber 252 defa okunmuştur

:

:

:

: