Bunlar Olurken ya Türkiye ve YTL?
Büyük ölçüde “Tüketici Harcamaları”na dayalı olan ve halen dünya ekonomisinin lokomotifi konumunda bulunan Amerikan ekonomisinin yavaşlaması elbette biçok ülke ekonomisini etkileyecektir. Bundan Türkiye de nasibini alacaktır.
Önemli olan, Türkiye’nin, alacağı önlemlerle bu negatif etkilenmeyi asgaride tutabilmeyi başarabilmesinde.
Mevcut Politika etkiyi azaltacak mahiyette mi?
Bu noktada konuyu biraz daha açmakta yarar var.
*** Türkiye, yüksek ticaret açığı, bütçe açığı ve büyük ölçüde istihdam sorunu yani işsizlik sorunu olan bir ülke.
*** Borçlandığı kısa ve uzun vadeli borçlarına karşı yılda 48 milyar YTL faiz öderken yatırıma ayırdığı para faize ödediğinin dörtte biri kadar olan bir ülke.
*** YTL’nin yüksek değerde olması nedeniyle, reel sektördeki birçok üretim müessesesinin durak hale geldiği, ithalatın daha ucuz göründügü bir ülke.
*** YTL kuru yüksk olduğu halde enflasyon oranının henüz daha target edilen rakamların üstünde seyreden bir ülke.
En önemlisi, Faiz oranlarının yüksek olduğu bir ülke.
İşsizlik oranı rakamının, gerçek işsiz rakamını yansıtmadığı bir ülke.
(NOT.Türkiye’de faaliyet gösteren bir yabancı finans kuruluşu, orada yaptığı incelemeler ve çalışmalar sonucunda, ülkedeki kadın nüfüsu içerisinde, iş dünyasında kaydı olmayan, iş aramayan ve “ev kızı” diye nitelendirilen, 15 ile 25 yaş arasında beş buçuk milyon kadın nüfusunun var olduğunu saptamış olduğu haberini, bu rakamın, 15 AB ülkesinin nüfusundan fazla olduğu ilavesiyle CNN de yayınlanmıştır.
Özetle,
*** Dış ülkelerdeki faiz oranlarının düşük olduğu ve düşmeye devam ettiği global dünyada Türkiye’de faiz oranını yüksek tuturak hazine bonoları ihaleleriyle borçlanıp reserveleri artırmak,
*** YTL kurunu yüksek tutarak enflasynun düşmesine katkıda bulunmasını sağlamak ve bütün bunları reel sektördeki birçok üretim müesseselerini durak tutma pahasına yapmak, sürdürülebilir bir politika olmadığına inanıyorum.
Bu yapı , kırılgan bir ekonomi yapısıdır
İstihdam gereksiniminin yarattığı ve yaratacağı baskı ancak reel sektör üretim faaliyetlerinin artırılmasıyla önlenebileceği inancındayım.
Faiz oranlarının düşmesi, YTL’nin gerçek değerini bulabilmesine yol açacak, ihracatta rekabet edebilirliği kolaylaştıracaktır.
İthal mallarının pahalılaşacağı nedeniyle ticaret açığının gerçek piyasa koşullarında sağlanabilecektir.
Ekonominin ğüçlenmesinin, büyümesinin, ancak işletmelerin üretime geçmesi ve üretimi artırmalarıyla, istihdamı çoğaltmakla mümkün kılınacaktır ki geçerli düşük faiz politikası bunu mümkün kılınmasını sağlayacaktır.
Kırılganlığı aşma ve dolayısıyla gelecekteki dış etkenlerin yaratacağı dalgalanmaların negatif etkilerini asgaride tutma, gücünü üretiminden ve rekabet edebilirliğinden alan bir ekonomiye sahip olmakla mümkün kılınır diye düşünenlerdenim.
Kırılganlığı özünde taşıyarak dalgalanmalardan etkilenmemenin mümkün olmayacağı, dolayısıyla yukarıda değindiğim mevcut politikalarla bu yüksek YTL kurunun kırılacağı inancıma hala sadıkım.
Yani mevcut dolar-YTL paritesinin
Amerikan ekonomisinin kendini çabuk bulabilen bir yapıya sahip olması yanında bilgi ve tecrübe birikiminin mevcudiyeti, uzun olmayacak bir sürede tekrar rayına oturabilecek, Dolar-euro paritesi de dolar leyhine neticelenecektir diyen eksper analistler artmakta. Geçmiş tecrübe ve gözlemlerim beni de ancak hemfikir kılar.
Bu kırılma noktasına gelmeden:
*** Merkez Bankası, proaktif bir faiz indirimi politikasını güderek reel sektörün aktif olmasını sağlayabilmesi,
ekonomik büyümenin 7% nin altına düşmemesi gerektiği vurgulanan hatta en erken bir zamanda 10%lara çıkarılması yolunu açabilmesi, ve dolayısıyla her an büyümekte olan istihdam baskısını azaltacak istihdam olanaklarının yaratılması zamanının niye geciktirildiğini, dıştan bakan birisi olarak anlamakta zorlananlardanım.
İstihdam sorununu hafifletmeyi, gelir düzeyini artırmayı, Üretime ve ihracata yönelik bir ekonomik büyüme politikası güderek çözümlemeye çalışan Çin, bu yönde iyi, yeterli, bir emsal değil mi Türkiye için acaba?