Rum basınını okumak çok enteresan. Genellikle yanlış, önyargılı, saçma sapan ve politik tercihlerle kirletilmiş çoğu zaman da yazarın kişisel takıntılarına göre gerçekler değiştirilmiş haber ve makalelerle dolu. Yok… Rumca, en azından yeterince bilmiyorum. Ya tercümelerle yetiniyorum ya da haftalık veya günlük İngilizce olanlarını okuyorum. Bazı dostlarımın kendileri için yaptırdıkları tercümeleri benimle paylaşmaları da benim için büyük bir imkan. İnsanın böyle dostları olmalı gerçekten.
Ne olursa olsun Rum basınını okurken bazen imreniyorum da. Yanlış da olsa, önyargılı veya belli bir siyasi programa göre şekillendirseler de yazılarını adamlar resmen serbestçe, oto-sansür falan uygulamadan – veya bize göre çok daha az derecede – sunuyorlar yazılarını, düşüncelerini okurlara. Özgür düşünce, basın hürriyeti, entelektüel sorumluluk falan böyle olsa gerek. Tamam bazıları çok faşist, ama milliyetçi, tutucu dediğiniz gazetelere bile gazetelerin genel çizgisine ters yazılar da yayınlanabiliyor. Şöyle bir bakın KKTC’ye veya Türkiye’ye… “Ye bendensin ya da mahvol” mantalitesi ne aşamaya gelmiş? Emperyal bir takıntı bu… Romalılar dönemin Filistin halkına karşı bu cümleyi kullanmasa bugün bu mantalite olmayacak mıydı? Romalıları suçlamanın manası yok, başkası sokardı siyasi literatüre bu emperyalist düşünceyi… Hiç olmadı Saddam’ın Irağını işgal ederken fazla zeki olmadığı herkesçe kabul edilen George W. Bush bu işi hallederdi… Bu arada, haberiniz olsun baba Bush, embesil Bush derken ABD’de üçüncü Bush dönemi açılabilir yakında. Aday olacakmış eski California valisi küçük Bush. Seçilmiş otokrasi sadece bizde değil anlayacağınız…
Çok az kaldık… Çok az! Düşündüğünü söyleyebilmek cesaret falan gerektirmemeli ama maalesef kurulan korku imparatorluğunda sözün faturasını göze alıp serbestçe sözü kullanabilmek marifetten sayılır oldu. Durum daha iyiye mi gidecek? Göründüğü kadarıyla hayır. Derler ya dibe vurduktan sonra tekrar yükselirmiş batan insan, herhalde bizim dip noktasına daha epeyi var.
Kıbrıs görüşmelerinin doğru dürüst ilerlemediği hatta bir süredir gerilemeye başladığını bilmek için masada oturuyor olmak gerekmiyor. Zaten ne demişler Kıbrıs güneşinin altında hiçbir gerçek fazla saklanamaz. Son yıllarda sağlanan tüm gelişmeler sorgulanmıyor mu bu günlerde Nikos Anastasiades iktidarınca? Niye? Görünürde muhafazakar lider önceki sosyalist ve başarısız liderin -- yani bizim Demetris Hristofyas yoldaş vardı ya hani işe onun – izlerini taşıyan bir yakınlaşmalar belgesini kabul edemezmiş… Neymiş efendim %95’ini falan kabul edermiş nihayette ama en azından görüşür gibi yapacakmışız o konuları yeniden.
Şimdi, doğrusunu söyleyelim, her ne kadar bu numarayı BM’si, ABD’si, İngiliz’i işlerine geldiği için yemiş gibi davranmışlarsa da en başından beri cumhurbaşkanıyla, hükümetiyle, dışişleri bakanıyla, görüşmecisiyle, heyet üyesiyle bizim yetkililer bunun süreçle dalga geçmek anlamında bir numara olduğunu, Rum liderde siyasi istek ve kararlılık olmadığını, sadece bahaneler ürettiğini net bir şekilde muhataplarına söylemişlerdir.
Söylediler de ne oldu? Aldıkları cevap hep aynı oldu: “Biz de durumun böyle olduğunu biliyoruz ama adama bir fırsat verin. Elini Maraş’ı falan vererek güçlendirin, bakın neler yapacak! Çözümü istiyor Anastasiades!”
Sevsinler sizi!
Anastasiades’in seçildiğinden beri yaptığı küçük bir siyasetçinin küçük oyunlarla sanki büyük iş yapıyormuş imajı vermeye çalışmaktan başka bir şey değildi. Sağlam da olmasa, kendi seçmeni bile böyle bir saçmalığa zar zor inansa da, çıkış yolu yoktu adamcağızın: Çözüm istemiyordu ama istermiş gibi yapmak zorunda idi… Dolayısıyla tek çıkış yolu suni krizlerle zamana oynamak. Başka bir şey değil.
Şimdi anladınız mı masaya yumruk atmanın, heyetine bağırıp çağırıp ve sonra da görüşmeleri terk etmenin ama “haftaya da gelirim” diye utanç cevap vermenin mantığını? Anastasiades hiç fatura ödemeden, hiçbir konuda geri adım atmadan ama Türk tarafının her dediğini kabul etmesiyle ulaşılacak bir “çözüm” istiyor ve dolayısıyla da bu “çözümcü” siyasetinin herkesçe takdir edilmesini bekliyor.
Cyprus Mail’in Pazar nüshasında Lukas Karalambus imzalı enfes bir yazı vardı, hemen hemen aynı şekilde Rum liderin tüm süreçle nasıl dalga geçtiğini, esasında çözüm falan istemediğini anlatan. Hani bizim tarafta Rum’dan fazla Rumcu arkadaşlar var ya tavsiye ederim girsinler internete bir okusunlar ne diyormuş aklı başında Rumlar. Belki ibret alırlar.
Neymiş efendim, Türk tarafı rotasyonu falan unutacakmış; 1960 sistemi benzeri cumhurbaşkanlığı yardımcılığını kabul edecekmiş ama o cumhurbaşkanı yardımcısı da genel oyla, yani hem Rum hem de Türk seçmen tarafından seçilecekmiş. Yani bunu öneri olarak düşünüp ortaya atabilmek için bile insanda beyin denilen şeyin hiç olmaması lazım. Alkolün zararlarını anladık, Anastasiades’te beyin kalmadığını da kabul edelim, hiç mi adam gibi adam kalmadı Rum tarafında, “Behey gafil Kıbrıs Türkü 1960 sisteminden bile geriye giden bu öneriyi niye kabul etsin, bu bütün görüşme sürecine bomba koymaktan başka bir şey değildir” diyecek?
Hadi onlar diyemedi, nerede o “Anastasiades çözüm istiyor canım ama zor durumda adamcağız, biraz cesaretlendirin, siyasi olarak elini güçlendirin bakın ne önemli adımlar atacak” diyen ve bizi gerzek yerine koymaya çalışan İngilizler, Amerikalılar?
Kıbrıs sorunu gerçekten de basit bir sorun ve çok kısa sürede çözülebilir. Bunun için iki önşart var: 1- Her iki tarafta da samimi siyasi irade olması; 2- Rum tarafının “Kıbrıs Rum adasıdır, Türkleri defedip Elen cennetini Kıbrıs’ta inşa edeceğiz” ütopyasından, Türklerin ise “1963-1974 yeniden yaşanabilir” fobisinden kurtulmaları.
Ne yazık ki Rum tarafında hiçbir zaman siyasi kararlılık olmadı. Makaryos’un 1963’de ortaya attığı o meşhur Anayasada 13 maddelik değişiklik teklifinin mantığıyla Anastasiades’in olası federasyonda Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısı Rum-Türk genel oyla seçilecek talebinin mantığında bir farklılık var mı? 1963 saçmalığı mevcut duruma neden oldu, şimdiki saçmalığın faturası ne olacak acaba?
Seçildiği akşam Derviş Eroğlu’na “görüşmelere kaldığı yerden devam edeceğim. Devamlılık prensibi çerçevesinde, şimdiye kadar kabul edilenlerin tümü benim için de bağlayıcıdır” şeklinde BM genel-sekreterine mektup yazdırtan uluslararası irade Rum lideri 9 ay sonra ve kerhen görüşmeye döndürtebilmiş, dönerken de geçmişi kabul ettiğine dair tek kelam alamamıştır. Adam bundan şımarıyor tüm selefleri gibi ikiyüzlülükte ısrar ediyor.
Adama sorarlar Anastasiades mi haksız ona bu şımarıklığı yaptıranlar mı?
İnsanın aklına “Hele bir Rum tarafına kabul ettirin, biz Türk tarafını sürece katarız” diyen dış siyasete övgüler süzenlerin niyetinin ne olabileceği sorusu da gelmiyor değil.