Nasıl bir Türkiye?

Pazar günü milyonlarca Türk vatandaşı cumhurbaşkanlığı seçimi için ilk kez sandıklara gitti. Sandıklardan sadece yerini cumhurbaşkanı değil aynı zamanda Türkiye’de kimilerine göre “ileri demokrasi” kimilerine göre ise “problemli yeni bir dönem” de çıkacak…

Pazar günü milyonlarca Türk vatandaşı cumhurbaşkanlığı seçimi için ilk kez sandıklara gitti. Sandıklardan sadece yerini cumhurbaşkanı değil aynı zamanda Türkiye’de kimilerine göre “ileri demokrasi” kimilerine göre ise “problemli yeni bir dönem” de çıkacak…
Bu yazı yazılırken daha erken öğleden sonra saatleri. Çok değil, birkaç saat sonra “saç kesilecek, ak-kara görünecek” derler ya, sandıklar açılacak sonuç belli olacak. Her ne kadar umudum halkın son dakikada bile sağduyusunu göstereceği, tehliken farkına varacağı ve ülkeyi bu badirenin eşiğinden döndüreceği yolunda olsa da, bu beklentinin gerçekçi olmadığı da malum…
Dahası, toplumun seküler, ilerici ve hatta merkez sağ veya merkez sol kesimleri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylığından rahatsız olsalar da ve olası cumhurbaşkanlığında Türkiye’nin hızlanarak izleyeceği “ileri demokrasi” güzergahından çok da rahatsız olsalar da, alternatifleri var mı? Diğer iki adayın biri en az Erdoğan kadar muhafazakar ve dinci. Ekmelettinİhsanoğlu ilerici bir aday mı? Değil elbette. Uzlaşı adayı ancak o kadar olur denilebilir ama gönüller rahat değil. Selahattin Demirtaş ise bildiğimiz Kürtçü. Her ne kadar seçim kampanyasında İhsanoğlu bayağı “merkez” bir imaj, Demirtaş ise neredeyse Türkten daha Türkçü gibi bir hava estirmişlerse de, yer mi bu durumları seçmen?
Tamam halk balık hafızalıdır da Ekmelettin Beyi hatırlaması için zaten sebep yok, adamcağız siyasette yeni, Türk kamuoyunda yeni. Daha düne kadar İslam Konferansı Örgütü genel sekreteriydi, uluslar arası siyasette etkili ve başarılıydı. Peki, halk onu tanıyor muydu? Hayır. Karşısında 1980’lerde siyasete girip, İstanbul gibi bir metropolü yönetmiş, 12 yıla yakın başbakanlık yapmış Erdoğan karşısında esamesi okunabilir miydi? Okunamazdı elbette. Dolayısıyla aldığı oy onun değil onun arkasında durabildikleri kadarıyla onu aday gösteren CHP ve MHP liderlerine aittir.
Demirtaş seçim kampanyasında müthiş performans gösterdi. Geçmişini bilmese insan söylemini duyunca Türkiye’nin birliğinden, bütünlüğünden yana olduğunu, bölücülüğe hiç pirim vermediği sanacak neredeyse. Doğrusu güzel bir performans sergiledi ve o nedenle de şimdiye kadar olmadık seviyede oya mazhar oldu “etnik temelde siyaset yapan bir siyasetçi” olarak. ;İnandırıcı mıydı? Elbette hayır. Olması gereken miydi? Doğrusu evet. Kürt meselesinin ancak siyaset yoluyla ama etnik siyaset yapılmadan çözülmesi gerektiğini gösterdi Demirtaş’ın adaylığı. Başarısızlığı bu büyük başarı dikkate alındığında Demirtaş’ın adaylığının kanımca amaca hizmet ettiğini söylemek gerekir. Zaten Demirtaş seçilmek için aday olmamıştı ki.
Bu yazı yazılmasından saatler, günler önce “uzun adam”ın ekibi yeni bir “balkon konuşması” metnini muhakkak ki bitirmişler ve bir kez daha “balık hafızalı” topluma hiç uygulanamayacak ama Erdoğan’ın ağzından dinlendiğinde ninni gibi, haşhaş gibi sakinleştirici etki yapabilen o sihirli duayı dinletecekler. Zaten ne dinleyenler ne de söyleyen o mesaja uyulacağına inanıyor. Laf işte, dinlemesi güzel, söylemesi güzel. Araya iki de karşıtlara saldırı cümlesi koydun mu, değme lezzetine!
İyi güzel de bu seçim Türkiye’de ne sonuçlar doğuracak? Nihayette KKTC gibi küçük ve ihmal edilebilecek bir devlet değil ki Türkiye. KKTC’de kim aday olacak, kim adaylık için ölüyor ama Şubata zaman var, kimler adaylık erken açıklanırsa mahvederler endişesiyle geride duruyor sadece adanın kuzeyinde oturan küçük bir halkı ilgilendirebilir ama Türkiye öyle mi?
Şimdi uzun adam balkona çıkıp demokrasi diyecek, başarı diyecek, ileri demokrasinin hızlanarak devam edeceğini vurgulayacak. Sonra, muhalefete biraz bal çalıp, ağzını tatlandıracak, uzlaşı ortamı yaratmaya çalışacak. Nasıl olsa tutulması şart olmayan taahhütler falan verilip halk mutlu edilecek. Sonra? Adım adım ilan edilmemiş ve kontrol mekanizması olmadığından Türkiye’yi diktatörlüğe götürebilecek yeni bir başkanlık türünü anayasaya rağmen yürürlüğe koymaya çalışacak.
O zaman ne olacak?
Bir kere belki de yarı başkanlık veya başkanlık sistemi Türkiye’ye çok iyi uyabilir. Ancak, her sistemin kendine uygun kontrol mekanizması vardır ve o mekanizma ülkenin diktatörlüğe kaymasının önleneceği teminatıdır. Oysa Türkiye fiili olarak bu sisteme geçecek ama yasal çerçevesi olmayacak kontrol mekanizmasının. O zaman ne olacak? Keyfi idare yaygınlaşarak devam edecek..
Demek ki Pazar günkü soru “kim cumhurbaşkanı olacak” değil “Türkiye’nin yönetim sistemi ne olacak” olmalıydı.
Bu haber 1892 defa okunmuştur

:

:

:

: