Her seçim bir şeylere karar vermektir. İyisi olur, kötüsü olur, kötünün iyisi olur. Muhakkak bir karar. Önümüzdeki dönem çetrefil. Nikos Anastasiades’e “evet” dedirtmiş ABD’si, İngiltere’si ve de Birleşmiş Milletleri.
Kaç kaç nereye kadar? Yoruldu garibim.
“Endaksi bre” demiş, görüşmeler kaldıkları yerden devam edecekmiş.
Aldı mı peki isteklerini?
Rum arkadaşlarla konuşuyorum Güney Lefkoşa’da... “Çok karıştırma be Yusuf, istemez misin yoksa bir şeyler olsun, bırakalım bu ayrı gayrı dönemini, birleşelim tekrar” diyor arkadaşım Yorgo.
Alem adam bu Yorgo...
Babasının sınıf arkadaşlarından konuşuyoruz, sanırsın kasap dükkanından bahsediyoruz. Nikos Sampson ve saire hepsi aynı sınıftaymışlar bir zamanlar.
Ölmüş, çoktan toprak olmuş babası. 80’lik bir arkadaşıyla kahve içiyoruz. Kahve oğlunun imiş. Oğlu da bizim Yorgo’nun sınıf arkadaşı. Dahası anneleri de aynı sınıftalarmış.
Dayanamıyorum, “Yahu Yorgo siz hep birlikte mi yaşadınız?” diye soruyorum cevabı ihtiyar Alexis veriyor, “Yanlıştık bre kirye Yusuf, çok yanlıştık ama geç anladık.”
“Aha” diyorum kendi kendime, itiraflar başladı, umarım samimidir.
“Hatayı ENOSİS (Yunanistan ile birleşme) kampanyasını açarken yaptık. Bilmiyor muyduk adanın %20’sinden fazlası olan Türkler ölecek ama bu fikri kabul etmeyecek? Bal gibi biliyorduk ama ‘azdırlar, bir sorun çıkartamazlar’ dedik. Yanıldık... Türkiye’yi hesaba katmadık...”
“Yani” diyorum, “şimdi olsa önce Türklerle uzlaşıp, İngilizlerle mücadelede birlikte davranıp belki en baştan ortak devlet mi düşünürdünüz?”
Alexis yaşlı ama kurnaz... Hem de ne kurnaz. Anlıyor ne demek istediğimi. Ne de olsa Sampson ile aynı masalarda dirsek çürütmüş. “Kirye Yusuf,” diyor, ağrılı bacağını yan sandalyede biraz daha rahatlatarak, “Yanlış yaptık demem yetmedi mi sana... Bu bir özeleştiri, hem de eski bir EOKA ileri geleninden. Yanlış yaptık. Ortak hareket talep edecek, adayı İngilizlerden beraber temizleyecek, mutlu beraber bir devlet kuracaktık. Olmadı, bir hayale kapıldık, yanlış yaptık. Türkler de yanlış yaptı. Önce İngilizlerle birlik oldu bize karşı savaşta yer aldılar. Sonra TMT kuruldu, karşılıklı bir birimizi öldürdük. Yanlış yaptık.”
Sami miydi Alexis? Öyle görünüyordu. En azından artık doğru dürüst yürüyemeyen bir ihtiyar militan eskisi o günlerde yanlış yapıldığını söylüyordu, hem de bir Türk’e... Gerçi “dostça sohbetti” ve özel görüşme olduğu için burada kullandığım ismi sahte ama yine de önemliydi benim için.
Peki Kıbrıs Rumları genelinde benzer bir “pişmanlık” var mıydı?
Farkında mıydılar yaptıklarının nelere mal olduğunun?
Tamam bugün Anastasiades yönetiminde eski Dimitris Hristofyas perişanlığından daha beter vaziyette değil Rum kesimi ama vaziyet hiç de iyi değil.
Ekonomi perişan. Borçlar felaket. Devlet kasası boş. Umut adanın münhasır ekonomik bölgesindeki zengin gaz kaynaklarındaydı. Bir kuyu hariç gaz yerine hava bulundu. Halk iyice karamsarlığa gark olmasın diye yabancı şirketlere bedava başka parseller hatta karada arama izinleri verilip durum idare edilmeye çalışılıyor.
Üstüne bir de uluslararası baskılar.
91 Yaşındaki Anita ile konuşuyorum. Değirmenlik’ten göç etmiş Rum kesimine 1974’de. Lefkoşa’da Ledra sokağa yakın bir vahada yaşıyor. Evet vaha adeta. Eski taş bir Lefkoşa evi. İç bahçesi var, küçücük ama yemyeşil. Limon, nar ağaçları ve envayi çeşit çiçek.
Kibar, narin adeta kırılacakmış gibi bir kadın Anita... Tabii bu da benim verdiğim isim, gerçek ismini boş verin.
Aldım, Yorgo ile birlikte kuzeye getirdik, Değirmenlik’e gittik eski evini, bahçesini, orada oturanları gördü. Çok metindi. Tercüman vasıtasıyla konuşuyorduk ama yüzünden ne köklü anıların canlandığını tahmin edebiliyordum. Kocası kapıların açıldığı Nisan 2003’den birkaç gün önce terki diyar eylemiş, eski evlerini tekrar görememiş. Komşularının isimlerini saydı birer birer. Anıları paylaştı. Gözlerinden yaş bile akmıyordu.
Arabaya biniyorduk ki bayıldı. Panik olduk. 91 yaşında kadıncağız. Gerçi zinde görünüyordu ama endişelendim doğrusu. Az sonra su ve kolonya marifetiyle kendine geldi. Hemen doktora gittik, “Yorgunluk ve aşırı duygu yüklemesi herhalde, fiziki bir sorun yok” dedi.
Onun da kocası EOKA ileri gelenlerinden biriymiş. Türkleri suçlamıyordu yaşananlar için ama Türkiye’den nefret ediyordu. Ona göre Türkiye karışmasaydı 1960’larda bu iş çoktan bitmiş, huzur gelmişti adaya.
“Peki bu durumda Kıbrıs Türkleri ne olacaktı?” dedim, güldü “Haklısınız, biz hep kendi açımızdan bu işe baktık. Siz azınlıksınız çoğunluğa uymak zorundasınız” dedik. Az biraz düşündü, “Hata ettik herhalde, ama çoğunluk olarak biz Rumlar azınlık Türklere teslim olup onların istediğini yapabilir miydik? Olmazdı... Olamazdı...” dedi.
Azınlık, çoğunluk meseleleri gerçekten problem. Rum kesiminde mahkemelerden nüfus idaresine, içişleri bakanlığına, muhaceret dairesine hatta Rum tarafına girişte kocaman levhalar dikkati çekmiyor mu? Ne diyor o levhalar?
“Kıbrıs Türkleri, bu taraftan...”
Sanırsınız Apartheid döneminde Güney Afrika’da veya ırk ayrımcılığı hala daha sürdüğü dönemin Amerika’sındasınız. “Zenciler bu tarafa” yazıyor sanki o levhalarda ve asil “Kıbrıs Rumlarının” zencilere karışmasını engelliyor.
Nasıl oluyor ise bu “hata yapan” nesil hatayı çocuklarına anlatamamış ve çocukları aynı hatayı yapmada ısrar ediyor... Türk tarafında ise maalesef bu “azınlık” muamelesine razı olmayı marifet sayan o kadar çok kişi var ki... Sormayın, cevaba üzülürsünüz.
Sahi Kıbrıs Türk mahallesinde seçim vardı dün... Sonuç ne? Galiba haftaya bir oy daha olacak...