Lefkoşa’da Ülkü Sokaktaki evimiz bitinceye kadar Çağlayan bölgesinde Tahsin Yazıcı Sokakta Öğretmen Sn. Moreket ile eşi İclal hanımın evinde kiracı olduk. Sokağın başında Kasap Ömer Dayı Kutlu Adalı‘nın babası. Onların yanında, Yenişehir Bakkaliyesinin sahibi ve de Ergün Olgun’nun babası Mehmet bey ile eşi Kıymet Hanım. Sonrasında Talat Çobanoğlu ile ailesi... Daha ileride Tarımcı Hakkı bey. Debbağ ailesi, Damdelen ailesi. Fotoğrafçı Özeş Bey, Vedia Hanım, Arka evde ise annemin çok samimi arkadaşı İsmet Özerlat ve ailesi oturmakta... Arka bahçe teli kesik, oradan kısa yoldan gidiş geliş, geçiş ev ziyareti yapıyorlar. Zaten Çağlayan Mahallesinde uzun yıllar ikamet etmek bu isimleri, isimlerin bilebildiğimiz hikayelerini de bize her an hatırlatmakta. O zamanların meşhur ayakkabıcısı Bahçeli, ilk Türkiye gazete bayisi Hazım Remzi ayni zamanda o yılların milletvekili Hüseyin Çağlayan, Erdal Onurhan babası ve ailesi… Saymakla bitmeyen isimler… Harmancı ailesi. Ertuğrul Akbel ailesi, Hüseyin Özel, Feryal Sükan, Hüseyin Coşkun, Erol Onbaşı, Yorgancı Derviş Dayı. Daha birçok isimler. Hepimiz mahallede ev sahibi. YAK spor kulübü yanından başlayarak. Bütün evlerin içinde ikamet var veya yok mahalleye gittiğim zaman yıllar süresince bu evlerden kimler geldi, geçti neler yaşandı geçti diye düşünüyorum. İnkar edecek değilim hem üzülüyorum hem de anıların yükü altında ezildiğimi hissediyorum. Bizim mahallede Gülsen Çobanoğlu en iyi arkadaşım, ( kendisini yakın bir geçmişte aramızdan ayrıldı) bahçelerinde su kuyusu ve üzerinde tulumbası var o tulumbanın altında etrafı keskin teneke ile çevrilmiş üzerinde lenger duran taş... Kim derki hangi çocuk o tulumbanın üzerinde dönecek düşecek ve alttaki taş kenarındaki teneke kaş altından burunun tümünü yaralayacak. İşte o çocuk benim… Babamın köy okul teftişinde olduğu için yokluğunda, şimdiki güney acil hastanesine, annem tarafından mahallenin üzgün bakışları arasında götürülecek. Burnum üzerinde hafif de olsa o günlerin kanıtı yara izi halen duracak. Eskiden yaralara atılan dikiş sayısı yaranın ehemmiyetini de ifade ettiğinden komşularımızın 16 dikiş ha deyişleri hala kulaklarımda. İşte o mahallede unutmadığım ilgi çeken rahatsızlığım. Taze Bakla yiyip zehirlendiğim zamandır. Yaşım 5-6, ne biçim zehirlenme ise idrar kanlı geliyor. O zamanın meşhur ve aranılan doktoru Fazıl Küçük; aile doktorumuz. Hemen babam gidip eve gelmesini sağlıyor. Dr. Fazıl Küçük genç bir doktor. Memleket sorunlarına da duyarlı Kıbrıs sevdası doruklarda. Babamla konuşmalarından bunu o yaşlarda bile anlıyorum. Tam 15 gün her gün evimize gelip tedavi edip iyileştiren hekim. Daha sonraki yıllarda siyasi mücadelesinde işte benim doktorum dediğim kişi. Seneler sonra milletvekili aday adayı olduğum zaman gel kızım Halkın Sesinde seninle röportaj yapalım deyip röportaj yaptıran, daveti yaparken zehirlenme olayımı da unutmayan hekim. Halen o gazete röportaj kupürünü de anı olarak saklamaktayım. Annem yıllarca küçük çocuklara taze bakla yanında baklanın pişmiş halinin de yenmemesi gerekliliği üzerinde nasihatler verdi. Benim ise çok sevdiğim yemekler arasında her zaman menüdeki yerini muhafaza etti. Gerek çiğ hali ile zeytin ekmekle, gerekse haşlanmış, zeytinyağlı hali ile gerekse kuzu eti ile pişirilen hali ile evimizde bakla yemeği vazgeçilmez bir tutku oldu. Tabi bende korkusu kaldığı için kendi çocuklarıma da belirli bir yaşa kadar taze bakla yedirmediğimi bir vesile açıklamamda fayda var. Yemeğimin tarifleri ise fotoğraflarda var. Özel bey hep bana ne derdi “yemek pişirmek mühendis kafası gerektir” çünkü kendisi de mutfakta olmayı icat yemekler yapmayı seviyordu. Benim mühendis olmadığımı da ayrıca belirteyim. Yaptıklarım sadece rutin annemin yemekleri. Sevdiğiniz yemekler, her zaman elimizdeki malzemenin doğru kullanımı ile ortaya çıksın. Sevgi ile huzur hem Pazar günlerinde hem de diğer bütün günlerde evlerimizden eksik olmasın...